Başlangıç

268 10 3
                                    

1999

Ali, kumarbaz bir babanın büyük oğlanıydı. Çevresi tarafından hayalperest, dağınık ve işe yaramaz olarak görülüyordu. Henüz 9 yaşındaydı ve daha harfleri düzgün yazamıyordu bile... Her konuda babasını suçlardı. Annesinin canını alan bu sarhoş adamdan nefret ediyordu. Gitmeye karar verdi. Bu evin son 2 yıldır içinde yemek yapılmayan mutfağından, suyu akmayan kırık tuvaletinden, annesini hatırlatan odalarından nefret ediyordu. Tüm anılarını görmezden gelip terkedecekti bu evi. Hiçbirşeyi olmadan, yepyeni bir hayata adım atacaktı...

O gün yine evlerine 347 adım uzaklıkta olan denizi seyretmeye gitti. Denizin büyüleyici görüntüsü, ruhu ferahlatan kokusu arasında hemen hemen kendisiyle aynı yaşlarda, kendi kendisine konuşan bir çocuk gördü. Söylediklerine kulak vermeye çalıştı.

''Doktor olacak benim oğlum, avukat olacak benim oğlum... Olacak olacak olacak! Kim sordu ki ne olmak istediğimi?! Bu kitaplarında canı cehenneme! Hepsinden nefret ediyorum''

Ali'nin duydukları bulardı. Çocuk daha nicesini söyledi ama Ali'nin gözü, çocuğun iskeleden fırlattığı kitaplara kaydı. Çocuk gider gitmez, suya daldı. O kitapları almak istiyordu. Çok hızlı yüzmesine rağmen onlara ulaşamadı. Kitaplar açıklara sürüklendi. Acı içinde pes edip kıyıya yöneldi.

Ayak parmaklarının ucunda zıplayarak ilerlerken ıslak kıyafetlerini çıkartıyordu. Güneşe koyup kurutmayı planlarken yaklaşık 10 adım uzakta üzerinde çoğunlukla mavi rengi bulunan bir kağıt parçası gördü. Renkleri tanıyabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Koşarak ıslak kağıdı eline aldı ve üzerinde yazanı heceleyerek okumaya başladı.

'' Dün-ya Fi-zi-ki Ha-ha-ri-ta-sı''

Kağıttaki garip şekilleri çözmeye çalışırken arkasından bir el omzuna dokundu. Hemen arkasını döndü ve kendisine bakan bu adamı incelemeye başladı. Omuzlarına inen kömür karası saçlarının arasından bir çift mavi göz ona bakıyordu. Ali, manasız bakışların arasından, 'Bir şey mi istedin amca' dedi.

Adamın önünde, camında Atatürk'ün portresi olan bir simit arabası vardı. Geçimini bununla sağlıyor olmalıydı. Adam ciddi ve kararlı bir sesle, ''O elindekiyle ne yapıyorsun çocuk?'' dedi.

Ali, elindeki kağıdı unutmuştu. Adama gösterip, ''Şu üzerindekilerin ne olduğunu bulmaya çalışıyorum.' Dedi ürkek bir sesle.

Adam dudaklarının kenarından gülümseyerek, ''evet, buldun mu peki birşeyler?'' dedi.

Ali, elindekine gösterilen bu aşırı ilgiden rahatsız olup, ''Ne olduğunu bulduğumda sana da söylerim amca. İzin verirsen şimdi düşünmek istiyorum.'' dedi.

Adam, ufak bir kahkaha atıp yaşaran gözlerini sildi. Ağlıyor gibiydi ama gülüyordu. Ali, bu adamın elindeki kağıttan daha karmaşık olduğunu düşünerek ekledi ''Adın ne amca?''

''Bulut'' diye mırıldandı adam.

Ali anlamamış gözlerle, ''Bulut diye isim mi olur yahu'' dedi.

Adam biraz önceki ciddiliğini yüzüne takıp ''İsmimi dalgaya alma çocuk, içerdiği anlamı bilmiyorsun'' diye kustu ağzındaki kelimeleri.

Ali, durumdan hoşnut olmamış bir şekilde ''Memnun oldum Bulut amca, bende Ali. Babam koymuş bana bu ismi. Gençliğinde Muhammed Ali'ye hayranmış da, bu da bir anlam sayılır mı'' diye sordu.

''Tam olarak sayılmaz'' dedi Bulut.

Ali, bu adamın fazla kendini beğenmiş olduğunu düşünüp elideki çoktan kurumuş olan haritaya baktı. Katlayıp ıslak pantolonunun cebine koydu onu.

Bulut, ''Okula gitmedin mi sen Ali?'' diye sordu.

Acınır bir şekilde konuştu Ali,

''Annem ölmeden önce öğretmişti bana harfleri. Oradan hatırladığım kadarıyla okuyup yazabiliyorum ama okula hiç gitmedim. Zaten mahalledeki çocuklar iyi şeyler düşünmüyor okul hakkında.''

Adam hayretler içerisinde, ''Hangi devirde yaşıyoruz yahu? Okula gidilmez mi hiç?!'' dedi.

Ali oldukça sıkılmıştı artık. Haziran ayının terletici sıcağında, güneşin altında dikilmiş, daha önce tanımadığı bir adamla konuşuyordu. Durumun pekte iyi olmadığını anlayıp, ''Gitmem gerek Bulut amca. Babam gelir, yemek bulmam lazım.'' dedi. Adamın onu küçümseyip, 'serseri' diye tekmeyi sallamasını beklerken , adam ''Bende sana yardım edeyim'' dedi.

İşler oldukça garipleşiyordu. Bulut, gün boyunca Ali'nin dünyasında dolanıp durdu. Güne karanlık çökünce Ali tedirginleşip babasının çoğunlukla sarhoş olduğunu, yaptıklarının hiçte iyi şeyler olmadığını ve kendisinin bir arkadaş sahibi olduğunu öğrenirse onu acımasızca döveceğini anlattı kısaca. Bu Bulut'a 'Git!' demek oluyordu..

Bulut, Ali'nin harabesinden ayrılırken, yarın onu sahilde bekleyeceğini söyledi. Gitmeden haritanın ne olduğunu da anlattı ona.

Ali, teşekkür edip onu uğurladı. İlk kez bir arkadaşı oluyordu. Üstelik babası yaşında...

Karanlık GünlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin