6. BÖLÜM

122 7 11
                                    

Geçen bölümde yaptığım aptallıktan dolayı özür dilerim. Medyada kahramanlarımızın fotoğrafı var. Umarım beğenirsiniz...

"Çiğdem öldü, Burak kayboldu, Bulut amcamın yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum. Yanımda sadece siz ve önümüzde bizim kurtulabilmemiz için bir umut var." diyerek derin bir nefes aldım.

Derya "Her seferinde bir umut vardır Ali. Annem hep böyle derdi. En azından biz varız. Öyle değil mi Havva?" diyip arkasını döndü.

Havva "Her seferinde bir umut yoktur. Ölümden kaçamayız. Tanrı bizi sevmiyor. O yüzden bu kadar acı çekiyoruz. Bir umut yok. Sizden 2 yaş büyüğüm ve düşünebiliyorum. Mesela sen Ali, tekrar görebilmen için bir umut var mı? Yok. Ya Çiğdem, tekrar size katılabilmesi için bir umut var mı? Yok. Peki ya sen Derya, tekrar Burak'ı görebilmen mümkün mü? Değil. Her zaman bir umut yoktur. Aptallaşmayın." dedi bilmiş bir tavırla.

Derya "Yanılıyorsun." diyebildi. Havva ise yine o sinir bozucu tavrını takınarak "Asıl sen yanılıyorsun. Sizin şu bitmek bilmeyen acı halleriniz var ya, beni öldürüyor. Bıktım. Gerçekten bıktım. Artık normal olmak istiyorum. Tekrar babam elimden tutsun, tekrar bana destek olsun istiyorum. Kardeşlerimi bulmak istiyorum. Ama öyle birşey olamaz. Çünkü hepsi ÖLDÜ! Artık 'umut' kelimesini duymak istemiyorum. Sadece bu hiçlikten kurtulmak istiyorum. Sizde biraz duyarlı olun da bana yardım edin." dedi sert bir sesle.

Derya durmuş, sesini çıkarmadan bekliyordu. Konuşma sırasının bana geldiğini düşünüp "Havva, kendine gel. Bizden 2 yaş büyük olman seni ayrıcalıklı kılmıyor. Madem büyüksün, madem düşünebiliyorsun öyleyse insafsızlık yapma. Seni o adamların elinden kendini tehlikeye atarak kurtaran şu yanındaki kıza böyle söylemeye hakkın yok. Umut yok dersen, olan umut da uçar gider. Böyle diyerek nereye varmaya çalışıyorsun? Sadece üç küçük çocuğuz ve ben göremiyorum evet. Yardıma ihtiyacım var bu konuda. Ama senin neyin eksik? Neden böyle yapıyorsun? Ailem ailem diyorsun da, biz ne için çabalıyoruz burda? Lütfen şu grup içinde tartışmaya girme. Sana yük olmam bundan sonra." diyip Derya'nın elini tuttum.

"Havanın kararmasına ne kadar var?" diye fısıldadım çabucak. Aldığım "Güneş batmaya başladı bile." cevabıyla yeniden kafamı Havva'nın olduğu yere çevirip "Artık gitmeliyiz." dedikten sonra adım atmaya başladım. Derya bizi yönlendiriyor, Havva da arkamızdan geliyordu. Bir an ona haksızlık ettiğimi düşündüm. Ama onun söyledikleri aklımdan geçerken haksızlık ettiğim kanısını silip attım beynimden.

Yolda giderken tek düşündüğüm kayıp arkadaşlarım ve elbette Bulut amcamdı. Ağlamamak için kendimi zor tuttuğum sırada güçlü kalmam gerektiğini fark edip sakinleşmeye çalışıyordum. Bu derin düşüncelerimi yeri göğü inleten karın gurultum bozdu. Elimi tutan Derya'ya dönüp "Artık yatacak bir yer ve yemek bulmalıyız. Neredeyse iki gündür hiçbir şey yemiyoruz." dedim.

Derya "Haklısın." diye yanıtlayarak adımlarını hızlandırdı. Hızlı adımlarımız arasında aklıma aniden gelen soruyu Havva'ya yönelip soruverdim.

"Bugün ayın kaçı?"

Havva'nın uzun sessizliği ardından Derya, "Emin değilim ama 12 veya 13'ü olması gerek." dedi. Bunu duyan Havva altta kalmayıp "Ben biliyordum. Söylemek istemedim. Bugün Eylül'ün 13'ü. Neden sordun?" dediğinde içimdeki heyecanla "bugün benim doğum günüm." diyiverdim gülümseyerek bir çırpıda.

O gün bana düğmesine basınca konuşan oyuncaklardan alınmadı. Eski mahalledeki çocukların oynadıkları toplardan alınmadı. Renkli boya kalemleri veya coğrafya atlasları alınmadı. Ama o gün, Tanrı bana hayatımdaki en büyük şansı verdi.

Kasabaya varmıştık. Birbirimizi kaybetmemek için Havva'da Derya'nın elini tuttu. Yanımdaki bu iki küçük kız, gördükleri herkese "Biz deprem mağdurlarıyız. İstanbul'dan geliyoruz. Bu Ali, O depremde gözlerini kaybetti. Hepimiz organ maftalarına satıldık ama kaçmayı başardık. Şu dağın ötesindeki bir evde arkadaşımızı öldürdüler. Birkaç arkadaşımız da kayıp. Lütfen bize yardım edin." vb. şeyler söylüyorlardı.

Fakat üçümüzde biliyorduk ki burası Türkiye değildi. Bu insanlar Türkçe konuşmuyordu. Kimse bizi anlayamıyordu. Tam ümidimizi kaybettiğimiz esnada büyük bir el, ellerime dokunup yumuşak bir şekilde beni kendine çekti. Anlamadığım dilde bir şeyler mırıldandı o da...

Dudaklarımı büküp, mimiklerimle 'anlamıyorum' demeye çalıştım. Bu kez saçlarımı okşamaya başladı karşıdaki. Arkadan tanıdık bir ses bize doğru geliyordu. Aniden arkamı dönüp "Burak! Burdayım! Derya'da yanımda! Burak, beni duyabiliyor musun?!" diye bağırdım.

Sözümün bittiği esnada nefes nefese kalmış birisi daha elimi tuttu. Bu yeni kişiyi ellerimle hissetmeye çalıştığım sırada Burak, "Korkma, geldim" diyip sıkıca boynuma sarıldı. Ben de tepkisiz kalmayıp büyük bir heyecanla ona sarıldım. Bu hayatımda aldığım en büyük hediyeydi.
O gün Burak, Derya, Havva ve ben hiç tanımadığımız, elimi okşayan bu kadının evine gittik. Hepimizi sıcak suyla yıkayıp yeni kıyafetler giydirdi. Onu göremiyordum, onun dilini bilmiyordum, ama onunla anlaşabiliyordum. İçinde bulunduğum bu son halden sonra ellerimi açıp bize bunları mümkün kılan Tanrı'ya şükrettim.

Kadının bize verdiği ve daha önce hiç tatmamış olduğumuz mükemmel yemekleri yiyip bitirdikten sonra Burak ve ben, Derya ve Havva ayrı iki yatakta yattık. Bizi son anda kurtaran bu evin sahibi kadına sıkıca sarılıp "iyi geceler" dedikten sonra Burak'ın yardımıyla yatağa yatıp ona aklımdaki soruları sormaya başladım.

"O adamların elinden nasıl kurtuldun Burak?"

Burak, bana doğru dönüp saçlarımı kokladıktan sonra "Bu kadının sabunu çok güzel kokuyor. Yeşil renkli bi sabundu. Gerçek evimize dönersek bu sabundan alır mıyız Ali?" diye soruma tamamen alakasız bir soruyla cevap verdi.

"Elbette alırız ama sorduğum sorunun cevabı bu değil Burak." diyip ondan mantıklı bir cevap bekledim.

Bir süre sonra gergin bir şekilde "Kamyon bir evin önünde durduğunda korkunç bir adam Çiğdem'in ağzını kapatarak onu zorla oraya götürdü. Bu adam gidip geldiğinde yanında iki adam daha vardı. Birisi başka bir kamyonla gelen çocuklarla ilgileniyordu. Diğeri de Derya'nın ağzını bağlayıp bana doğru yöneldi. Ama benim sana sıkıca sarıldığımı gördüğünde sadece Derya'yı alıp aynı yere götürdü. Ben tam senin kulağına durumu açıklayacakken arkamdan birisi beni alıp ağzımı sıkıca tutarak aynı yere götürmeye çalıştı. Seni farklı bir yere götürdüklerini gördüğümde adamın elini ısırdım ve elinden kurtulmayı başardım. Aslında peşimden koşabilirdi ama işte o Derya'nın yanında yatan kızın çığlıklarını duyunca beni bırakıp o yöne gitti. Bende koşarak buraya kadar geldim. Burada birkaç polis var ama onlarda dilimizi anlamıyor. Şimdi kaldığımız evin sahibi kadın daha öğlen vaktinde beni eline almış delice sorular soruyordu. Tabiki hiçbirisini anlamadım. Sadece ben Burak diyebildim. Sonra Burak diye tekrar ettiler. Bu kadar. Onlara seni anlattım ama anlamadılar. Sizi orada bıraktığım için özür dilerim Ali. Yemin ederim yarın bu kadını alıp oraya götürecektim. Beni affet Ali." diyerek ağlamaya başladı.

Ona kardeşce sarılarak " Asla kendini suçlu hissetme Burak." diyip gözlerimi yumdum.

Aradan birkaç saniye sonra minik ellerimle Burak'ın gözyaşlarını silerken "Her zaman bir umut vardır." diyerek kendimi uykuya bıraktım.

'Umut' kelimesinin fazlaca geçtiği bir bölüm oldu. Bu bölüm hikayemi okuyup, hayal dünyasında canladıran, beni bu hikayeyi yazmaya teşvik eden tüm herkes için. Bir bölümümü daha okuduğunuz için teşekkür ederim.

Karanlık GünlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin