Acının içinden geçmezsen dışına çıkamazsın diye bir söz var. Ne kadar da doğru aslında, değil mi? Acının içinden geçmeden, ardına ulaşamıyoruz. O acı bizi öldürecek mi, güçlendirecek mi bilemiyoruz.
Peki seni öldürmeyen şey güçlendirir derlerse, seni gerçekten öldüren şeyle ne kadar güçlü olursun?
Çok. Öyle çok güçlü olursun ki kimse senden bunu beklemez. Kimse bu kadar sağlam ayağa kalkacağını düşünmez. Yıkılmışsındır, belki yıkılmakla kalmayıp o enkazın altında can vermişsindir ama bir şekilde yeniden güç bulup üzerine devrilen enkazın altından çıkmışsındır, dirilmişsindir. Her yerin yara bere içindedir. Her yerinden kanlar akıyordur ama sen hepsini sarıp sarmalayarak kendini toparlamışsındır. Ve bir daha kimsenin o yaralarından vurmasına izin vermeyeceksindir. Kimse, aynı yerden bir daha canını yakamayacaktır. Eğer canını aynı yerden yakmaya çalışan olursa da sen o yaraya bağışıklık kazandığın için eskisi kadar sert bir darbe olmayacaktır senin için. Seni öldürmez bu sefer.
Çünkü acı çeken herkes biraz ölüdür aslında.
Yaşama dönmekle, ölüme gitmek arasında ince bir çizgide yürürler onlar. Bende onlardan biriyim. Ama bu sadece acı çekmiş olmamla alakalı değil. Yaptığım işle de alakalı. Avukatlıkta karşı müvekkillerin saldırıları olurdu veya anlaşmalardan dolayı tehdit edenler olurdu. Zaten sektörden olmuş olmam yeterince ölümle burun buruna gelmeme yetiyordu da artıyordu. Şimdi de hepimiz yeni aldığımız görevi konuşuyorduk. Cihan Çelebi'nin yeğeni gelecekti bugün. Geçen haftaki 'kaza' dan sonra pek ortalarda değildim. İren ve Merih hariç hiçbiri beni görmemişti okula gelene kadar. Gerçi derslerden dolayı yine beni görememişlerdi ya neyse. Şimdi ise bankta oturmuş, Cihan'ın yeğenine bakıyorduk. Her kafadan bir ses çıkıyordu ama ben sessizce oturuyordum. Kafamda bir sürü şey dolanıyordu. En önemlisi ise cebimde olan yüzüktü. Yüzüğü, yaptırdığım günden beri ilk defa kutusundan çıkartmıştım ve ilk defa elimde tutuyordum. Geçen haftaki krizden sağlam çıkan tek şeydi. Uzay'a vermeyi düşünmüyordum. Neden şu an cebimdeydi bilmiyordum. Ne yapacağım onu da bilmiyordum. Öylece cebimin içinde oynuyordum yüzükle.
"Bir şekilde bu çocuğu şu an aramıza almamız lazım. Başkası çocukla yakın olursa işler iyi gitmez." Dinçer'in haklılığıyla herkes sonunda sessizleşmişti. Şükür sustunuz! Bende biraz düşüneyim. Parmaklarımın ucunda oynamaya devam ettiğim genişletilebilen gümüş eklem yüzüğü aklımda bir ışık yakarken gülümsedim. Yüzüğü cebimden çıkartıp bir yüzüğe bir çocuğa baktım.
"Bu çocuk hukuk fakültesinde okuyordu, değil mi?" Avucuma hapsettiğim yüzükteki bakışlarımı bizimkilere çevirirken hepsinin bana baktığını gördüm.
"Aklında bir plan var?" Yaz'ın imalı cümlesi keyfimi arttırırken başımı giriş kapısına çevirip arabasının orada duran çocuğa baktım.
"Tabii ki var... Ve şimdi onu deneme zamanı." Tek kaşımı kaldırıp indirerek ayaklandım ve Merih'e boştaki elimi uzattım. "Arabanın anahtarını versene." Merih, cebindeki anahtarı avucuma koyduğunda ona öpücük atıp arkamı döndüm. Bankı arkamda bırakıp ona doğru ilerledim düz bir ifadeyle. Telefonda olan bakışları ve okulun giriş kapısının açıklığından kendinin görülemeyeceği bir tarafta duruyor olması işime gelirken tam önünde durdum. Başını kaldırmadan, sadece gözlerini bana çevirdiğinde avucuma hapsettiğim yüzüğü ona uzattım. Bir bana bir yüzüğe baktıktan sonra sonunda telefonunu bırakıp yaslandığı arabadan biraz uzaklaştı.
"Okulun geleneği falan mı bu?" Sorduğu soru komiğime gittiği için gülümseyerek telefonun olmadığı eline uzandım. Avucunun içine elimdeki yüzüğü bırakıp avucunu kapattım.
"Gelenek falan yok. Ellerin çok güzel. Yakışacağını düşündüm ve yüzüğümü vermek istedim. Kendi inisiyatifim yani." Ellerimi, ellerinden ayırarak sola doğru bir adım atmıştım ki durup yandan ona baktım." Ayrıca... Hoşuma gittin." Arabanın yansımasından gülümsemesini görerek önüme dönüp Merih'in aracına ilerledim.
Kapıyı açıp arabaya bindikten sonra anahtarı takıp motoru çalıştırdım. Karşıya çevirdiğim bakışlarım, ona çarparken sol elinin baş parmağına taktığın yüzüğü gösterdi gülümseyerek. Dudaklarım yukarı doğru keyifle kıvrılırken vitesi bire takıp park yerinden aracı çıkarttım hızla. Okul geride kalırken gülümsemem de yerini düz bir ifadeye bırakmıştı. Çocuk iyi birine benziyordu ama şu hayattan öğrendiğim bir şey varsa o da kimsenin göründüğü gibi olmadığıydı. Ama kendimde bildiğim bir şey de vardı. Ben asla yanılmazdım. Hislerim kuvvetliydi. Belki biraz da insan sarrafıydım. Bu da çoğu konuda haklı çıkmama sebep oluyordu. Kimse sevmezdi böyle insanları. Bu sebepten olsa gerek üniversitede beni seven pek olmazdı. Ya yatmak için ya ünümü kullanmak için ya da iddia için gelirlerdi bana. Dönüşleri de temiz bir dayakla veya rezil olmayla olurdu tabii. İnsanlar beni bu sebepten çok yoruyordu. Ne vardı bana bulaşmasalardı? Olmuyor muydu? Ama yok! İlla rezil olacaklar, illa dayak yiyeceklerdi. Başka türlüsü kesmiyordu çünkü onları!
"Ne zaman inmeyi düşünüyorsun?" Gelen sesle irkilirken kapımı açmış bana bakan Uzay'la karşılaştım. İrkilmiş ifademi düzelterek motoru kapattım ve araçtan indim.
"İniyordum zaten." Umursamazca yanından geçip eve ilerlerken ona karşı soğuk davranmamam gerektiği düştü aklıma. O günü hatırlayan ikimiz de olmamalıydık.
Ve o gün, üzerine atılan soğuk toprağın altında kalmalıydı.
Ben istediğim sürece de o toprağın altında kalacaktı. Ben de hiçbir zaman istemeyeceğime göre, hep böyle devam edecekti. Ama ona şu an yaptığım tavrın tek bir sebebi vardı aslında. Bize ailem diyen adamın hayatına aldığı kişiyi söylememesiydi. Merdivenleri çıkarken bile aklımda hala bu durum dönüyordu. Hayatında biri vardı ve adam yerine koyup bize söyleme tenezzülüne bile girmemişti. Bu da çok kötü hissettirmişti beni. Unuttuklarımdan bile kötü hissetmiştim. Kendimi yatağa attığımda bıkkınlıkla ofladım. Ben hislerimde yanlış mıydım acaba? Boş yere mi teslim etmiştim kendimi ona?
Hislerimi yanlış mı yorumlamıştım?
Zannetmiyordum. Ama eminim de diyemiyordum. Ben artık hiçbir şeyden emin değildim ki. Kendimden, çevremden, yaşadıklarımdan, hissettiklerimden... Hiçbir şeye tamamen 'eminim' diyemiyordum artık. Hele kendi hastalığımı öğrendikten sonra bunları daha net görebiliyordum. Ben cidden ortası olmayan bir insandım ve hiçbir şeyden emin değildim. Her zaman, her şeyi sorguluyordum. Belki de bunun sebebi hastalığımdı, bilmiyordum. Anlamıyordum artık. Yorulmuştum, yormuştu her şey beni. Bıkmıştım her şeyden. Ama en çok da kendimden bıkmıştım. Bir insan kendinden bıkar mıydı hiç? Bıkıyordu. Ben bıkmıştım kendimden.
Beni kendimden bıktırmışlardı...
Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyordum. Ne zaman uyandığımı da. Ya da uyumuş muydum bilmiyordum. Tek bildiğim ruhsuzca yataktan kalkıp kıyafet odama gittiğim ve lila bir tişörtle siyah pantolon giydiğimdi. Üzerime siyah bir ceketi de giyip saçlarımı toplayarak aynı ruhsuzlukla odamdan çıkmış, ayakkabılarımı giyip evden çıkmış ve aşağı inmiştim. İlk defa toplanma zamanında yetişmiş ve kimseyi bekletmemiştim. Hepsi şaşkınlıkla bakıyordu bana. Seslenmelerini beklesem de şoktan kimse bir şey diyemiyordu. Kendimi Merih'in arabasının yan koltuğuna yorgunlukla attığımda hepsinin birbirine bakarak arabalara geçtiğini gördüm. Umursamayarak gözlerimi kapatıp arabanın kapılarının açılıp kapanma seslerini dinledim. Ardından çalışan motor beynimi kısa bir an ağrıya sürüklese de Mehir'in gaza basmasıyla ses azalmıştı.
Sessiz geçen yolculuk arabanın durmasıyla bittiğinde, gözlerimi aralayıp kapımı açtım. Yorgunlukla kendimi arabadan dışarı atarak kapıyı kapattım. Ellerimi ceketimin ceplerine koyduktan sonra önüme döndüm. Bizimkileri arkamda bırakıp okula ilerlerken bana seslenmeleri umurumda olmamıştı. Hala uykum vardı, kafamda fazla ses vardı ve kimseyi çekemezdim. Kafam zaten patlayacak gibi ağrıyordu. Bir de onların gereksiz sesleriyle hiç mi hiç uğraşamazdım. Kendimi amfiye attığımda, kimseye bakmadan en arka sıralara ilerledim. En arka sırada tek başına oturan bedenin yanına kendimi atar atmaz masanın altına gizlediğim ses dinleme cihazlı kalemi alarak başlattım. Hoca da sınıfa girerken başımı sıraya koyup gözlerimi kapattım. Uyumam ve bu ağrıdan kurtulmam lazımdı.
• • •
"Ders bitti, kalkmayı düşünmüyor musun?" Gelen sesi idrak etmekte zorlanırken hafifçe gözlerimi aralayıp amfiye bakındım. Ayağa kalkıp derslikten çıkan insanları görünce gerinerek yerimde dikleşip kaleme uzandım. Kapatacağım sırada, zaten kapalı olduğunu fark ederek kaşlarımı çattım.
"Başlatmadım mı acaba?" Homurdanarak kalemi masanın altındaki yerine geri koyup önüme gelen saçlarımı arkaya attım.
"Ben kapattım." İrkilerek soluma döndüğümde gördüğüm yüzü gerçekten beklemiyordum.
"Sen..." Ne diyeceğimi bilemeyerek kalakaldığımda, verdiğim yüzüğün olduğu sol elini bana uzattı.
"Dün tanışamadık, Çağ ben... Çağ Moss." Senin hakkında bildiğim tek şey keşke bu kadarla sınırlı kalsa be Çağ... Gözlerimi kırpıştırarak düşüncelerimden sıyrılıp elini tuttum.
"Mehir Serhun." Şaşırdı. Yüzünde an be an beliren o şaşkınlık ifadesi içimi keyiflendirmişti. İstemeden de olsa onun yanına oturarak resmen planı ilerletmiştim.
"Ünlü ağır ceza avukatı İdil Serhun'un yeğeni misin?" Çenemi dikleştirerek teyzemin adıyla gururla gülümsedim.
"Aynen öyle." Ellerimizi ayırarak onu izlemeyi sürdürürken bana seslenildiğini duyarak sola döndüm.
"Kantine çağırıyor bizimkiler. Geliyor musun?" Uzay'ın, bu çocukla yakınlaşmamız gerektiğini bilmesine rağmen bunu demesi sinirimi bozsa da bozuntuya vermeyerek başımı hafifçe eğip ayaklandım. Ama bileğimden tutulması durmama sebep oldu. Bakışlarım, Çağ'ın ela gözlerini bulurken sorgular bir biçimde ona baktım.
"Bugün bir boşluğun varsa, bu yüzüğün içinde yazan tarihin hikayesini bana anlatabilir misin?" Ha siktir! HA SİKTİR! BEN TARİHİ UNUTTUM! Beynimi sikeyim! Nasıl unuturum ben onun içinde yazan tarihi! Ağzıma sıçayım ya!
"O tarih-"
"Bu açıklamanı öğle yemeğinde konuşsak nasıl olur?" Beni durdurması bir yana, ettiği teklif beni şaşırtmıştı. Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre duraksasam da sonunda kendime gelip gülümsedim.
"Güzel olur." Birbirimize gülümseyerek bakarken Uzay'ın yeniden adımı seslenmesiyle gözlerimi devirip ön sıradaki kızı dürttüm. "Kalem kağıt verir misin?" Önündeki notluktan bir kağıt ve yanındaki kalemlerden bir tanesini bana uzattığında hemen alıp kağıda numaramı yazdım. Kalemi kıza geri vererek elimdeki kağıdı Çağ'a uzattım. "Mesajını bekliyor olacağım."
"Atacağımdan emin olabilirsin." Bana göz kırpmasına karşılık başımı iki yana sallayarak arkamı döndüm. Merdivenleri inerek hızla Uzay'ın yanından geçip amfiden çıktım. Bana yetişip yanımdan ilerlediğini fark ettiğimde sertçe kolundan tutup önünden geçtiğim erkekler tuvaletine çektim. İçeri girdiğimizde ellerini yıkayan iki erkekle göz göze gelirken başımla dışarı çıkmalarını işaret ettim. Bön bön suratıma bakmaya devam ettiklerini fark edince sinirim tepeme çıkmıştı bile.
"LAN NE BAKIYORSUNUZ? ÇIKSANIZA DIŞARI!" Koşturarak tuvaletten çıktıklarında tuvaletlerin kapılarına tekme atarak dolu olup olmadıklarına baktım. Şükür ki kızlar tuvaleti gibi dolu olmazdı erkekler tuvaleti. Uzay'a bakmadan 'temizlik var' tabelasını kapının dışına koyduktan sonra içeri girip kapıyı kilitledim.
"Ne bu şimdi?" Sonunda sesiniz çıktı beyefendi!
"Asıl sana ne bu şimdi? Tanışmamız gerekiyordu, tanıştım işte. Bu tavırların niye? Zorunda olduğum bir şeyi yaptığım için mi saçma salak davranıyorsun?" Gülerek elini saçına götürüp alnına düşen saçlarını geriye attı.
"Ona bu denli yakın olman zorunluluk mu yani? Sadece tanışman gerekiyordu ama sen! Neredeyse herifin ağzının içine düşecektin lan! Neyin zorunluluğu bu?" Duyduklarım beni gülümsetirken ona doğru bir adım attım kollarımı göğsümde kavuşturarak.
"Sana ne?" İki kelimem onu afallatmaya yetmişti. Çünkü ben bu iki kelimeden nefret ederdim ve sevdiklerime kullanmamaya dikkat ederdim.
"Ne?"
"Diyorum ki... Sana ne? Seni ne ilgilendiriyor? İster ağzının içine düşerim, ister öpüşürüm, ister altında-" Bir anda kollarımdan tutarak öfkeyle gözlerime baktığında cümlelerim yarım kalmıştı.
"Sakın! Sakın o cümleni tamamlama." Alayla gülümseyerek gözlerimi devirdim.
"Sen tamamlanmamış cümlelerden nefret edersin oysa ki."
"Bunu tamamlamanı istemiyorum." Alaylı ifadem yüzümden silinmezken kollarımı tutan ellerini hızla itip ondan kurtuldum.
"Ben, özgür bir kadınım. Beni kimse yönetemez. Kimse bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemez. Haddini aşma Uzay. Seni affetmiş olabilirim ama unutma, gerçek Mehir'i de Afra'yı da sana hiç göstermedim." Arkamı dönüp kapıya ilerleyerek kilidi çevirdim.
"Kendinden iki kişiymiş gibi bahsetmekten vazgeç. Mehir de sensin Afra da." Başımı sola çevirip aynadan ona baktım.
"Ama sen sadece benim görmemi istediklerimi gördün ve tanıdın. Bu dediklerim de ikisi karışımı oluyor. Gerçek beni tanımıyorsun ve emin ol... Kötü tarafımı tanımak istemezsin. İkisinin karışımı olarak sana davrandığıma şükretmelisin. Çünkü Afra'nın ve Mehir'in kötü tarafları aynı sonuca çıkmıyor." Yüzünde beliren 'saçmalama' ifadesi beni gülümsetmekten öteye gitmedi.
"O zaman sana neden Afra dememe izin veriyorsun? Madem ikisi farklı, gerçek sen hangisi mi demeliyim yoksa?" Omuz silkerek gözlerimi devirdim yeniden.
"Sen hiç izin istemedin ve bende sana her seferinde benim adım Mehir dedim. Gerçek beni arıyorsan da, cevabı bulmak için beni sinirlendirmen yeterli olacaktır." Yüzünde beliren dediklerimi anlamaya çalışan ifadesine son kez bakıp tuvaletten çıktım. Normal bir hızda merdivenlere ilerlerken arkamdan gelen devrilme sesini duydum. Nerede duysam tanıyacağım o sinir bozucu tabela devrilme sesiydi ve bunu yapanı çok iyi biliyordum.
Merdivenleri hızla inip kendimi kantine attığımda hızla bizimkilerin yanına ilerledim. Merih'in solundaki sandalyeyi sertçe çekip oturduğumda aynı sertlikte karşımdaki sandalye çekildi. Bakışlarım oraya kaydığında Uzay'ın öfkeli gözleriyle karşılaştım. Onu alayla süzüp gözlerimi devirerek telefonumu çıkarttım. Geçen haftadan beri sessizde olması ilk defa işime gelmemişti. Çünkü Çağ mesaj atmıştı. Hemen kilidi açarak mesajlara girerken istemsizce gülümsemiştim.
05*****
"Müsaitsen, dün bana yüzük verdiğin yerde seni bekliyorum. Öğle yemeğine gidelim." 11:43
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dikiş İzi (Kehkeşan 1)
Novela Juvenil• • • Kimdi bu? Altı farklı kumaş ipliğini bir birine düğümleyen acemi terzi miydi? Yoksa işini çok iyi yapan, kimsenin gücünün yetmeyeceği düğümü atan usta terzi miydi? Kaybolanlar, kaybedilenler, ellerinden kayıp gidenler... İnsan ellerinden kay...