"ya jaerin, benimle kütüphaneye gel. lütfen."
"hayır!!? jaerin benimle gelecek."
bir tarafımda juyeon onunla hediye seçmemi, bir tarafımda da sumi sunwoo'yla yalnız kalmak istemediğinden onunla kütüphaneye gitmemi istiyordu.
"bak. tamam jurin'i destekliyorum. ama bir kez arkadaşını önemse. senin için yerimi değiştirdim ben." sumi dudaklarını büzerek bana baktığında ne yapacağımı bilemedim.
"saph'i ararım ben, o gelir." juyeon gülümseyerek sumi'yi benden uzaklaştırmaya çalıştı.
"ya hayır, changmin'le randevusu var onun."
"ee benim de jaerin'le var."
"sumiiiii-" sunwoo'nun sesi sınıfta yankılanırken koşarak yanımıza geldi, "gidelim hadi kütüphaneye."
sumi bana yardım istercesine bakarken juhak'ı aramasını söyledim ve çıkışa doğru ilerledim.
"hey, birlikte gidelim." juyeon, koşarak bana yetiştiğinde somurtarak ona baktım.
"üzgünüm ama hediye seçmeye falan gidemem."
"neden?" safça bana baktığında gözlerimizi ayırdım. "her kızın beğendikleri şeyler farklıdır, nerden bileyim ne sevdiklerini."
"haklısın- ama yine de yanımda gel." çantamın arkasından beni çekerek ters tarafa doğru ilerletti.
hangi gerizekalı kız için hediye seçiyordum allah aşkına?
beni küçük bir hediyelik eşya dükkanına soktuğunda bilekliklerin bulunduğu yere doğru ilerlemiştik.
"hangi kız?"
"tanımazsın."
"söylemezsen neye göre seçeceğim?" sadece söylemesini istiyordum, bilekliklere bakarken çok mutlu görünüyordu. aşık falan mıydı? tabi ki öyleydi, sonuçta hediye bile alıyordu.
"mavi ve nazik şeyleri seviyor,"
pfft, dalga mı geçiyordu?
"bu güzelmiş." dedim yıldızlı ve mavimsi görünen bilekliğe bakarak. gülümsedi ve kafasını sallayarak onayladı.
kasanın yanına geldiğimizde gözlerimi devirerek ona bakıyordum. ciddi miydi gerçekten?
"bunu biraz küçültebilir miyiz?" bilekliği satıcıya gösterdiğinde, bir boncuk çıkartarak biraz küçülttü ve hediye paketine koydu.
"hangi kızın bilekliği bu? sığacak mı?"
"bilekleri de kendisi gibi nazik ve ince." ismini söylemekten böyle kaçması sinirlerimi bozsa da onunla gitmeye devam ettim.
"güzel mi?" diye sorduğumda kafasını bana çevirdi. "ne?"
"kızdan bahsediyorum." kafasını salladı ve gülümsedi. "evet. görmek ister misin?"
"görebilir miyim?" dediğimde saatine baktı. "evet, yakında görebilirsin."
beni hiç tanımadığım sokaklardan geçirirken mutlu görünen tek kişi oydu. etrafıma baktım, kız falan yoktu.
küçük bir mahalleydi. okul çıkış saati olduğu için küçük bir yer olmasına rağmen fazla insan vardı.
"yoomin!" juyeon'un bağırdığı yere baktığımda anaokulundan çıkmış bize doğru koşan küçük kıza baktım.
üzerinde mavi ceketiyle ve kahverengi elbisesiyle bana bakarken gülümsedim. hediyeyi seçtiği kız, bu olmalıydı.
maskemi indirmeden, çocuğun boyuna gelmek için yere eğildim.
elimi küçük kıza uzattım. anında tuttu ve adını söyledi. "choi yoonmin."
"lee jaerin." küçücük elleri ellerimi kavrarken ayağa kalktım ve onunla birlikte yürümeye başladım. "kaç yaşındasın?"
tek elini açarak gösterdi, "5!"
ileride bulunan kafelerden birine girdiğimizde yoonmin'i karşımıza oturtmuş, kızın isteği üzerine üç tane yumurtalı tart sipariş etmiştik.
juyeon cebinden çıkardığı paketi kıza doğru uzattı ve heyecanla açmasını bekledi.
hangisi çocuktu tanrı aşkına?
"uwa, en sevdiğim renk." küçük kız bilekliği sevinçle bileğine taktıktan sonra gülümseyerek bana baktı.
juyeon'u kolumla itekledim. "söyleseydin ben de hediye alırdım."
"gerek yok, gelmeni ben istemiştim o yüzden daha mutluyum."
"sen mi istedin?" yoonmin gülümseyerek yumurtalı tartından bir çatal aldı ve kafasını salladı.
"juyeon abi, senden bahsetmişti, ben de doğum günü hediyem olarak seni getirmesini istemiştim."
"tanrım." arkama doğru yaslandım ve juyeon'a kısık gözlerimle şüphelenmiş bir şekilde baktım.
"bu arada ne oluyorsunuz siz?" dediğimde juyeon bir şey demedi. küçük bir erkek kardeşi olduğundan haberim vardı, onun çocuğu olamazdı. juyeon'un çocuğu hiç olamazdı.
ayrıca soyadları aynı değildi.
"sonra anlatırım." dediğinde kafamı salladım, yanlış bir şey mi sormuştum?
yoonmin sevinçle yemeyi bitirdiğinde yerinden kalktı, gitmeye hazırlandık.
küçük kızın annesi sokağın başına doğru görüldüğünde yoonmin o tarafa koştu.
elini sallayarak annesiyle evlerine doğru gittiler. juyeon'a bakmadan konuştum. "gerçekten güzelmiş. kız."
yolu bilmememe rağmen ilerlemeye başladım, "3 yıl önce büyükannemin yanında kalıyordum."
bir anda anlatmaya başlayınca ona doğru döndüm. "o zamanlar yoonmin'i tanımıyordum, 2 yaşındaydı. ailesi onu büyükannemin yaşadığı yere bıraktı. sonra da gittiler."
onunla aynı hızda yürümeye çalışıyordum ve yüzüne bakmıyordum. "kimsesiz olduğu için büyükannem ona 4 yaşına kadar baktı. yani 2 sene bizimleydi. sonradan büyükannem vefat etti-"
ellerini cebine koydu ve derin bir nefes aldı. "ona bakacak kimse olmadığı için koruyucu ailelerden biri onu sahiplendi. 1 senedir, biraz önce yanına koştuğu annesiyle ve ailesiyle yaşıyor. ama beni hiç unutmadı."
bir şey diyemedim, bunu bana anlatması bile beni ağlatabilirdi.
"küçük olduğu için beni hatırlamamasına kendimi hazırlamıştım ama o beni hatırladı."
"çok güzel." diyerek gülümsedim, "seni hatırlaması. onun için önemli birisin."
kafasını salladı ve cebinden sigara paketini çıkardı. elinden aldım. "içmeyi bırak şunu."
bugün duygusal olduğu için içmek istediğini anlıyordum ama zararlıydı.
"peki." dediğim şeyi kabul etmesiyle şaşırmıştım. benim sayemde içmeyecek miydi?
paketi yanımda bulunan çöp kutusuna attım ve ilerledim. bana yetişmek için koşarken seslendi. "beni bekle jaerin."
<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lee juyeon | online
Fanfiction"şey, coşkunuz dayı beyef- hanımefendi. her neyse. kameranı açar mısın?" "yoo açmıyorum." bok ye.