Bölüm 1- HAYAL ve GERÇEK

11 1 1
                                    


Çok karanlık ve soğuk, gece o kadar yoğun ki sanki sanki elle tutulur gibi. Koşmam lazım koşmalıyım. Geliyor! Koşmalıyım hem de hiç durmadan, uzaklaşmalıyım. Ama önemli olan kaçmam gerektiğini bilmem değil önemli olan kaçmam. Tabi, kıpırdaya bilirsem. Çok fazla soğuk! Yanlış soğuk burada değil soğuk içimde. Ah! Kızım kafayı yiyorsun.

Ormanın içinden sesler duyuyorum. Duymamak imkânsız hani, o kadar gürültülü ki. Çığlıklar kulaklarımı tırmalıyor. Ya da ben onlara çok fazla yakın olduğumdan bu kadar iyi duyuyorum. Vahşi çatırtıları ve çığlıkların sesini bastıran kurt ulumaları...

Bu bir parti olmalıydı diye düşünüyorum. Çığlıkları bastırırcasına uluma seslerini yine ormanda çınlıyor. Burada olmamalıyım hep onun yüzüne. ''Kimin?'' içim ürperiyor yine cevapsız bir soru daha. Ne olduğu bilmesem bile ben kurtlara av olmak için doğmadım ve av olmayı da düşünmüyorum.

Kararım birden evet oluveriyor. Hiç koşmadığım kadar hızlı koşuyorum. Buradan kurtulursam atletizme başlayacağım. Ah, kahretsin! Koşarken neye bastığımı bilmeden yüz üstü yere kapaklanıveriyorum. Düşmenin de tam zamanıydı. Yerde kalırsam belki beni görmezler diye içimden geçiriyorum. Burnuma, ilginç ateş gibi sıcak, tuzlu ve yoğun bir koku doluyor.

Kan! Düştüğüm yerde doğrulup dizime uzanıyorum. Ve elime bulaşıyor. Aldığım koku lanet kanımın kokusu! Ne zamandan beri kanın kokusunu alıyorum. Biri beni çimdiklesin biri bana bunu açıklamalı hem de hemen.

Gözlerimle etrafı tarıyorum. Çok karanlık ama ben etrafı seçebiliyorum. Ayağa kalkıyorum. Ayağımı çok feci yaralamış olmalıyım ama hissetmiyorum. Adrenalinden olsa gerek. Şimdilik acı yok şans benden yana. Şans mı dedim, düştüğümde kafamı da çarpmış olmalıydım. Ormanda çığlıklar arasında, akan kanımla deliler gibi kaçarken pek de şanslı olduğum söylenemezdi doğrusu.

Tekrardan koşmaya başlıyorum. Ormanda yönümü bulmaya çalışıyorum. Ne saçmalıyorum. Dosdoğru koşuyorum hiçbir şeye karar verecek halde değilim. Birkaç ağaca bile çarpıyorum. Ağaçlar çok sığ ve kırılgan çarptığım ağaç parçalanıyor ve yahut yere devriliyor. Yıkılan ağaçların gümbürtüsü beni korkutuyor hızla koşmaya devam ediyorum. Bu kadar cılız ağaçlardan bu kadar gürültü çıkması da ayrı bir olay bu gidişle hayvanlar beni de bulacak.

Garip bir his içimi kaplıyor. Durup arkama bakmamak için ayağımdaki acıya odaklanıyorum. Acı o kadar gerçek ki, aklımın yerinde durmasını sağlıyor. Hala bir şansın var kaç diyorum kendime. Lanet olsun! Orada arkamda bunu hissediyorum. Ya ayıysa? Hayır, hayır her yerde kurt ulumaları var. Ardımdalar, kurtlar! Dönme dönme koş koş.

Sırtımda gözlerini hissediyorum. Bana yaklaştı aman Allahım bana yaklaştı hani atletizme giriyordum? Vazgeçtim vazgeçtim girmeyeceğim yeter ki yakalanmayayım.

Bir an nefesim kesiliyor. Ayaklarım yerden havalanıyor. Yakalandım elleri belimde. Ne ellerimi? Ellere sahipse hayvan olma ihtimali yok. Hayvanlara yem olmadım şükürler olsun. Hala neden korkuyorum? Hiç bir fikrim yok. Korkuma sarılıyorum, insan içgüdülerine güvenmeli. Ben ne zaman içgüdülerime güvendim? Güvenme günü bugün olsa gerek.

O kadar sıkı tutmasına gerek yok sanki kaçabilirmişim gibi sıkıcı kavradığını hissediyorum. Nefesi ılık, üzerime onun garip nefesi yapışıyor. Kızgın gibi bir ruh halindeydi. Neden kızgın ki? Kızgın olması gereken kişi benim. Bana dokunma hakkını nerden buluyor ki? Sırtım ona daha fazla yaklaştı. Üzerimde ağırlığını hissedebiliyordum. Nefesi şimdi çok daha yakındı. Dudakları boynuma kapandı. Konuşmaya başladığında dişlerini boynumda hissediyorum. Beni tutan kişi hafif kızgın bir sesle konuşmaya başlıyor. Neden sinirli olduğuna anlam veremiyorum.

''Neyin içine girdiğinden haberin bile yok.'' diyor.

Hafif tıslıyor mu bu be? Allah'ım ya rabbim. Cevabımı bekliyor ben konuşmayınca nefes almamı engelleyecek kadar sıkıyor beni. Canımı yakmasına gerek yoktu. Onunla konuşma gibi bir zorunluluğum yoktu.

''Asıl senin,'' sesim o kadar tiz çıkıyor ki korktuğumun farkına varıyorum, evet korkudan korktuğumun bile farkında değilim ki ben. '' kiminle konuştuğundan haberin yok.'' diyorum, blöf yapmanın tam zamanı. Kim olduğumu sonuçta bilmiyor. Bilmiyor olsa gerek. Bu ses tınını tanımıyorum.

Beni kendine çeviriyor. Yüz yüze geliyoruz. Boy farkını engellemek için beni kaldırdığının farkına varıyorum. Üstünlük taslamasa olmazdı. Duruşundan güç kaynıyor. Bu ormanda her soyutluk elle tutulur gibi ve büyük bir soru bu ormanda neresi. Bakışlarımı beni tutana çeviriyorum yeniden. Tipe bak ya 70 yıl öncesinden kalmış sanki. 1940'ların modasından kurtulamamış zavallıcık. ''Ne bu hal?'' diye ekleyiveriyorum.

Gülüyor, gülüşü çok hoş ama insanı korkutan cinsten. Korkutmaması gerek aslında. Çığlıklar yavaş yavaş kesiliyor ve bir anda Bay 70 yıl öncesinden kalmış çocuğun arkasında bir grup toplanıyor. Havasından belliydi çete lideri ne olacak. O ne olacak bilemiyorum ama bana olacaklar neyse bilmek hakkım. Çoğu ona benziyor yani onun havasında 200 yıl öncesinden kalmış gibi görünenlerde var ya da karanlığın bir oyunu bu gözlerime. Kurtlar, ya da köpekler mi demeliyim tırnak içinde söylemek gerekirse bunlar eğer köpek ise çok büyük köpekler olduğu bir gerçek. Bu iri köpekler beni tutan adamın etrafında toplaşan garip çetenin arasında hala uluyorlar. Bay 70 yıl öncesinden kalma dönüp onlara bir bakış atıyor. Resmen susturuyor onları. Gözlerimi onun grubunun üzerinde dolaştırıyorum. Müthiş bir acı vücudumu kaplıyor. Bana bir şey yapmadılar daha ama ben ölüyorum mu? Omuzlarımdan sarstığını fark ediyorum. Bir rahatlama. Şimdilik ölmek yok. Bir anda beni yere bırakıyor, ayaklarımın altında yeri hissetmek hoş lakin şu an bana tepeden bakıyor. Büyüklük taslamaya çalışır gibi bir havası yok aslında. Dikkatimi ona vermemi istiyor olmalı. İyi tamam dikkatim sende. O kadar uzun bir göz teması kuruyor ki gözlerim yaşarıyor. Arkasında gürültücü gibi duran çetesinden hiçbir ses çıkmıyor. Bay 70 yıl öncesinden kalmış çocuğun gözleri sarı gibi hatta gözbebekleri bile farklı geliyor bana. Sonra saçmalamış olduğumu düşünüyorum. Çocuğun yüzünün bir kısmını seçebiliyorum oda meşale ışığında. Çetesinden bir kişi bile el feneri almayı akıl edememiş. Bana binlerce yıl gibi gelen süre sonrasında derin bir nefesle gözlerini gözlerimin üzerinden çekiyor. Bir müzik eksik ayin yapıyor sanki. Bu küçük dağları ben yarattım havasından da hoşlanmadım kendisi ne kadar hoş olursa olsun. Ve güzel sesini bir kez daha duyuyorum.

'' Gözleri farklı ben bilemiyorum. O, bir av değil. Hatta avcıdan daha fazlası olmalı diye düşünüyorum.'' sonra bana soran gözlerle dönüyor.'' GECE MAVİSİ'' diyor. Ne söyleyemeye çalıştığını bile anlamıyorum. Cevaplamamı istercesine bana bakıyor. Benim anlamadığım bir şeyi teyit etmemi ister gibi bir havası var. Birden ayağımın altından zeminin kaydığını hissediyorum. Farklı gözleri olan çocuğa uzanıyorum. Ah! Lanet olsun düşüyorum yardım etsenize. Ve ''Küt'' sesinden başka bir şey duyamıyorum. Acıdan gözlerim kapanıveriyor.


TO BE CONTİNUED :)


GECE MAVİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin