MERHABA , BÜTÜN BÖLÜMLERİ HALİ HAZIRDA SİZİN OKUMANIZI BEKLİYOR ARKADAŞLAR. UMARIM FARK EDİLİR. İYİ OKUMALAR
Mahzenin kapısı kapatıp, benden önce merdivenler şevkle aşağı indi. Yaşlı olan sanki bendim. Haluk amcayı 3 yıldır tanımama rağmen böyle karanlık ve yerin altındaki bir yerde olmaktan rahatsız olmaya başlamıştım. Telefonumu çıkarıp kontrol ettim. Tam tahmin ettiğim gibiydi. Telefon çekmiyordu hem de İstanbul'un merkezinde. Haluk amca çoktan aşağı inmişti. Meşaleyi taş duvarların birinde bulunan bir halkaya tutturmuştu. Artık elleri serbestti.
''Buraya gel hadi. Bu yaşlı adamdan daha hızlı inmen lazımdı.'' dedi gayet beklemekten sıkılmış bir sesle.
Sıkılgan bir iç çekip el yordamı loş ışıkta aşağı inmeye başladım. Merdivenin son basamağında durdum. Taş mahzen buz gibiydi. Bir kaç dolap, bir sürü üst üste yığılı kutu ve bir kaç tahta sandık meşale ışığında aydınlanıyordu. Haluk amca simsiyah renkte kilidi olan bembeyaz bir sandığın önüne dizlerinin üzerine çöktü. Mühürlü sandığı, cebinden çıkardığı bembeyaz eski tarz büyük bir anahtarla açtı. Bembeyaz anahtar siyah isle islenmiş gibiydi. Haluk amca gayet endişeli bir sesle kitapları kollarıma bırakmak için bana talimatlar vermeye başladı.
''Ellerini aç bunlar çok değerli kitaplar sadece manevi değil maddi olarak da. Sen böyle kabartmalı taş işlemeli kitap kapağı görmüş müydün hiç?'' diyerek parıldayan kapaklarını bana doğrultu. Ellerini üzerlerinde dolaştırdı. Bir şey hatırlamış ve ya unutmuş gibi sandığı karıştırmaya başladı. Sırıtarak kitaplara bakıyordum.
'' Eğer bu gördüklerimi saymıyorsak? '' dedim.
Bana verdiği kitapların her biri altın kapaklıydı. Ön kapağı pırıltılar saçan bir bağ ile arka kapağı ile birleşiyordu. Bu bağ sayfaları bir arada tutan yegâne şeydi. Haluk amca ile kitap sevgimize dayalı güzel bir dostluğumuz olduğunu bilsem de bu kadar değerli kitapları gerçekten bana verecek olması akıl alır gibi değildi. Bir mahzende kilitli bir sandıkta tutuğu kitapları nasıl bana verebilirdi ki? Ne büyük istifçi ve koleksiyon delisi olduğunu bilmeyen yoktu. Küçük Prens'in ilk baskını bulabilmek için bir günde iki kıta değiştirmiş ve bunu hayatının en büyük macerası olarak gördüğünü bana anlatmıştı. Kitapların sadece kapakları bile servet değerinde olmalıydı. Elimde olmadan nazikçe kapağın üstünde elimi dolaştırdım. Kütüphanenin duvarlarında bulunan Haluk amcanın aile yadigârı dediği kalkanlardaki o boğazı sıkan ezici bir güç sanki bu kitaplarda da vardı. Belki o güçten bile daha fazlaydı. Yazıldığı kâğıt açık sarı renkteydi. Papirusa benziyordu. Kitapların üzerinde benim seçemediğim farklı semboller vardı. Bazısı farklı bir alfabeden gelmiş harfleri bazıları ise farklı hayvanları anımsatıyordu. Benim en iliğimi çeken tarafı ise iki kapağın birleştiği yerde bulunan bir adet siyah göze benzer kabartmanın olmasıydı. Gözlerim kapalı bir şekilde dokunsam bile o gözü hissedebilirdim. Haluk amca kitapları kollarıma sıralarken gülümsüyordu. Kitap karıştırırken yüzünde beliren garip araştırma hevesi ile dudakları kıvrılmıştı.
''Bu, 'Asırlar Boyu Efsane' bu, 'Mitler' evet 'Real Dünya' bu da ve en önemlilerinden biri 'Güç'... Bu kitaplar çok eski tarihlerden bilinmeyen tarihçilerin - bilinemeyen ama en iyi tarihçilerin- ellerinden çıkma el yazmalarıydı. Bende bu kitapların orijinal el yazmaları da var.''
Dedikten sonra bana kitaplar hakkında bildiği kadar tarihini anlatmaya başladı. Her kitaba büyük bir saygı gösteriyordu. Onu dinlerken kitapların sadece kapaklarına göz atabilmiştim. Değerli taşlarla bezeli kapaklarına! Milyonlar versem de alamayacağım kapaklarına!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE MAVİSİ
FanteziePRESTİJLİ BİR OKULA KABUL EDİLİNCE HER ŞEYİN DAHA GÜZEL OLACAĞINI DÜŞÜNMÜŞTÜ. LAKİN OKUL ASIL EĞİTİMİNİ BAŞKA BİR BOYUTTA VERİYORDU. SEÇİLMEKLE BİTMEMİŞTİ ARTIK BAŞARMASI GEREKİYORDU. EĞER BAŞARAMAZSA RUHLARA ADAK OLARAK AVCILARA KURBAN EDİLECEKTİ...