13

867 67 70
                                    


Edward, güneşin altında insanı daha da büyülüyordu. Teni bembeyazdı ve binlerce elmas varmış gibi parlıyordu. Güneşe ilk adım attığında alev aldı sanıp çığlık atmaya başlamıştım ama o, ondan korktuğumu sanıp ağlamaya karar verdiğinde jeton düşmüştü.

Herif resmen göz kamaştırıyordu.

Şimdiyse çimlerde hareketsizce yatıyordu. Gömleğinin düğmeleri açıktı, göğüsü ve kolları ikinci bir güneş gibi parlıyordu ama asla rahatsız etmiyordu. Gözleri kapalıydı ama uyumuyordu tabii. Bense sapık gibi tepesinde dikilmiş onu izliyordum.

Sonunda iç çektim ve oturdum, ayakta durmaktan yorulmuştum. Şu ana kadar yaşadıklarımızı düşündüm ve bunların hepsinin hayal gücüm olup olmadığını sorguladım. Pekala, kendi başıma ayaklarımı minibüsten kurtaramazdım. Ve Jess'in tepkileri de hayal gücüm olamazdı. Üstelik Tyler Durden'dan farkı, onun başkalarıyla konuştuğunu görmüştüm.

Tamam bu hayal gücüm değil ama simülasyon olabilir. Öyleyse şaşırmam hani.

Tereddütle uzandım ve eline dokundum. Kaybolmadığına emin olduktan sonra saten gibi pürüzsüz elini okşadım -biliyorum sapıkça- sonra avucunu döndürdüm. Bir elimle elini taşırken diğer elim bileğini okşadı. Kafamda tüm kasların dizilişini canlandırmaya çalıştım.

Belki onu rahatsız edebilirim, düşüncesiyle hızlıca ona baktım. Altın rengi gözleri beni o kadar rahatlattı ki derin bir nefes verdim.

"Seni korkutmuyor muyum?" Dedi şakayla karışık. Sakin sesinin altındaki merakı sezmiştim.

Dudağımın kenarı kıvrıldı ve kolunu incelemeye devam ettim. "Seni rahatsız ediyor muyum?"

"Hayır," dedi, göz ucuyla baktığımda gözlerini kapattığını gördüm.

Parmaklarım bileğinden dirseğine kadar çıktı, her bir kas lifini teker teker evdeki anatomi atlasımla karşılaştırdım ve derisinin altındaki tahmini görüntüyle eşleştirdim. Bu yaklaşık on saniye sürdü. Bu sefer elini çevirmeye çalıştım. İsteğimi anladı ve çevirdi ama bunu o kadar hızlı yaptı ki, bir an bulanık gördüm elini.

"Affedersin." dedi. "Seninleyken kendim gibi davranabiliyorum."

Bu sözden sonra nasıl kızgın kalabilirdim ki.

Sakince elinin tersini, derisinin altındaki tendonları inceledim. Bileğinin üzerinden geçen tendonları bastırarak hissetmeye çalıştım ama taşa bastırmaktan farksızdı.

Parmaklarım yine dirseğine doğru yol alırken "Bana ne düşündüğünü söyle," diye fısıldadı. Gözlerini hissedebiliyordum. "Bunu bilmemek garibime gidiyor.""

Ona bir bakış attım. Bıyık altı gülüyordum. "Asıl sen bana ne düşündüğünü söyle."

Birkaç saniye durdu. "Canını sıkan şeyin ne olduğunu."

Bu sefer gerçekten gülümsedim. "Bunu nereden çıkarttın?"

"Kaşların..." ona döndüğümde omuz silkti. "Çatmıştın."

"Bir keresinde bir arkadaşım, sırf kütüphanede sessizce ambalaj açmaya çalışırkenki yüz ifademi çekmişti." O beni dikkatle dinlerken kaşlarımı çatabildiğim kadar çattım. "Kaşlarım böyleydi." Dudaklarımı da ortadan yok olacak kadar ağzımın içine vakumladım. Bilirsiniz, insanlar genelde tek dudaklarını kemirmeyi tercih ederler... "Dudaklarım da böyleydi."

Salak salak yüzüme bakmaya devam etti.

"Yani konsantre olduğum için kaşlarım çatılı."

Başını salladı dalgınca. Edward'ın sorunu her şeyi ters anlamasıydı. Neden arabayı da tersten kullanmıyor, gibi saçma bir düşünce belirdi aklımda.

scent || edward cullenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin