"Tanrım, benimle dalga mı geçiyorsun?"
Gördüğüm manzara karşısında verebildiğim tek tepki "Bu da neyin nesi be?" olmuştu. Nasıl oluyorda her şeyin başladığı, keşke hiç oraya gitmeseydim dediğim lanet ev buraya gelebiliyor? Çıldırmak üzereyim, bunların hepsi bir rüya olmalı ve bir an önce uyanıp normal sıradan hayatıma dönmeliyim. Bir süre afalladıktan sonra Sofia'ya döndüm ve ;
"Buradan gitmemiz gerekli" dedim. Ancak sofia gitmemekte ısrarcıydı. İstediğin gibi olsun diyerek olayları akışına bırakmaya karar verdim, daha kötü ne olabilirdi ki? en fazla ormanın ortasından Mert'in darp edilmiş cesedini bulup getirirlerdi, ancak bu tabiki de imkansızdı. Mert kesinlikle hemen nakavt edilecek bir tip değildi, Polisin'de yardımıyla kalabalık dağılmış ve herkes evinin yolunu tutmuş, biz ise hala Mert'lerin gelmesini bekliyor onlara hesap sormayı planlıyorduk. Yaklaşık bir yarım saat kadar bekledikten sonra karanlığın içinden Mert ve iki arkadaşının geldiğini gördüm. Gidip Mert'in ağzını yüzünü kırmayı düşlüyordum ancak bunu yapmam hata olurdu. Sonuç olarak bu onlara savaş açmak gibi bir şey olurdu ve içinde bulunduğum durumu çözmek için onlara ihtiyacım vardı.
Sofia'ya "Sen burada kal" diyerek yanlarına doğru ilerlemeye başladım. Neredesiniz ulan siz?"
"Ne oldu? herkes nereye gitti?
"Nasıl oluyorda böyle büyük bir olay olurken siz ortalıkta olmuyorsunuz? ve şimdi gelip bana hiç bir şeyden haberin olmadığını mı söylüyorsun? yapma dostum ikimizde biliyoruz ki buna inanacak kadar aptal birisi değilim."
Mert sessiz kaldı.
Sonrasında sesini yükselterek, "ne ima etmeye çalışıyorsun Rüzgar!" diye devam etti. "Bir insan ölüyor, bu sıra zarfında partinin sahibi ortalıkta olmuyor ve bana ne ima etmeye çalıştığımı mı soruyorsun? ben söylüyeyim öyleyse. Masum bir kızı niye öldürdünüz?" Karşıda duran her şeyin başladığı eski evi işaret ederek "bizim suçumuz değildi, inan bana böyle olsun istemezdik. Ancak kulübe karşı tehdit oluşturan herkesin icabına konsey bakıyor"
Sinirli bir şekilde eve doğru ilerlemeye başladım, Ancak sofia yine hayatı pahasına önüme geçip eve gitmeme engel olmuştu. "Oraya gidersen sağ çıkamazsın Rüzgar, inan bana." Berbat hissediyor ve bir an önce bu gecenin sona ermesini istiyordum. İçimde Mert'e karşı sonsuz bir nefret oluşmuştu. Son bir defa Mert'in yüzüne bakıp "hepiniz katilsiniz ve elbette bunların hesabını vereceksiniz, hemde canınızla" diyerek arabama bindim, hemen ardımdan Sofia'da gelmişti ve yola koyulduk. Tahammül edemediğim şeylerden biriside Sofia'nın ağlamasıydı diyebilirim. Döktüğü her göz yaşı içimde ki şehrin sel ile burun buruna gelmesine sebep oluyor, her yeri paramparça ediyordu. Ne yapabilirdim? benimki de böylesine bir aşk. Zorlu bir yolculuktan sonrası Sofia'nın evine gelmiştik. Bunu yapmak ne kadar zor olsada yaşananlar için ona bir konuşma yapmak zorundayım. "Bak sofia, yaşananlar için gerçekten çok üzgünüm. Ne okuldan bir arkadaşımız ölmeyi, ne de sen ve diğerleri bunları yaşamayı hak ediyorsunuz, içini ne kadar rahatlatır bilemiyorum ancak sana söz veriyorum bunların hesabını birbir soracağım." Sofia başını eğdi ve üzgün bir ifadeyle "bunların hiç biri senin suçun değil Rüzgar, Lütfen bu olayın peşini bırak, yoksa sanada zarar verecekler, ve gerçekten böyle bir acıyı bir daha kaldırabilir miyim bilmiyorum, tek bildiğim tek şey sana fazlasıyla değer veriyorum." Ardından gözyaşlarını sildim ve yanağıma masum bir öpücük kondurup eve girdi. Ben ise yine her zaman ki gibi kuşkularla eve doğru yol almaya başladım, çok geçmeden eve varmıştım. saat'inde epeyce geç olduğunu fark ederek uyumaya karar verdim, başımı yastığa koymamla uyumam bir olmuştu.
Uyandığımda ağzımdan çıkan ilk cümle "Tanrım lütfen güzel bir gün olsun" olmuştu. Bunu gerçekten en içtenliğimle istiyordum. Güzel bir kahvaltı yapmak için markete gidip kahvaltılık bir şeyler ve gazete aldım. Ancak insan besinlerinden haz almadığım ve yediğimde hissettiğim mide bulantısı ve ağrılar ancak eve geldiğimde aklıma gelmişti. Buzdolabında 2 paket kan serumu kalmıştı, birisini şimdi tüketmeliydim. Yaklaşık 2-3 gündür beslenmiyordum, bunun verdiği açlıkla kanı hemen tüketip gazete okumaya başladım. Gazete'de gördüğüm 1.sayfa başlığı dün geceyi yeniden yaşamama sebep oldu.
"OKUL PARTİSİNDE KANLI CİNAYET!"
Haberin içeriğini okurken bir şeyler dikkatimi çekti. Polisin yazılı açıklaması olayın Hayvan saldırısı olduğu tanısındaydı. "hadi ama polislerde mi bu karanlık işin içindeydi?" bir an önce okula gidip yaşananları detaylı bir şekilde öğrenmeliydim. ince siyah bir ceket ve arabanın anahtarını alarak merdivenlerden aşşağıya doğru inmeye başladım. Apartman bir hayli sessizdi. Hızlı bir şekilde arabaya bindim ve yola koyuldum. Bugün yapmayı planladığım şeyler arasında içimde ki Mert'e olan nefreti Mert'in yüzüne kusmakta vardı. Bunu yapmam bütün planı alt üst edebilirdi fakat kendime engel olamıyordum.
Sonunda okula geldim! insanlar sıradan hayatlarına dün gece hiç bir şey yaşanmamışcasına devam ediyordu. Nasıl oluyorda hiç bir şeyi umursamıyorlardı? sanırım insanların kıskandığım tek yanı buydu. Kendi kendime "Bir gün ben de az sizin kadar hiç bir şeyi umursamayacağım" diyordum. Sınıfa çıktığımda gördüğüm manzara bahçedekinden biraz farklıydı. İnsanlar daha sessiz ve hüzünlü duruyordu ancak kimsenin samimiyetine güvenemiyordum. 19 yıl boyunca hayatın bana en iyi öğrettiği şey "kimseye güvenmemem gerektiğiydi." Sofia'nın yanına gidip konuşmayı planlıyordum. Ürkek bir sesle "Günaydın diyeceğim ancak gününün aydın olduğunu hiç sanmıyorum, nasıl biraz daha iyi olabildin mi sofia?" bir süre sessizlik yaşandı. "daha kötülerini yaşamıştım, sadece birazcık zamana ihtiyacım var. " ağzından bu cümleler dökülürken hayattan bıkmışcasına bir surat ifadesine takınıyordu, kim bıkmazdı ki böylesine zor bir hayattan? hemde bu yaşta.
Az biraz zaman geçtikten sonra hoca geldi ancak mert gelmedi. Sanırım dün yaşananların ardından bugün okula gelmeye pek yüzü yoktu. Büyük ihtimalle yapacağım konuşma yarına ertelenmişti, bu yüzden bugün tüm gün sofia'yla ilgilenmeye karar verdim. Fazlasıyla ilgiye aç, bir o kadarda üzgündü. Bütün gün Her şeyin iyi olacağını söyleyip bulduğum her boş vakitte sarıldım. Bana göre bu üzgün birisi için yapılabilecek en güzel terapiydi. Gün çok çabuk bir şekilde geçmişti. Yine herzaman ki yaptığım şeyi yapmayı planlıyordum. Sofia'yı eve bırakacak ve sonrada eve geçecektim. Arabaya binip sofia'nın gelmesini bekledim. bir kaç dakika sonra geldi ve yola koyulduk. Evi okula sadece 5 dakika olduğu için çok geçmeden evine vardık . Ayrılırken ağzından çıkan cümle beni son derece mutlu etmişti. "Kendine dikkat et Rüzgar." Hayatımın kadını diyebileceğim birisinden bunları duymak, beni düşündüğünü hissetmek en muazzam histi sanırım. Eve giderken kütüphaneye uğrayıp vampirler ve cadılarla ilgili bir kaç kitap aldım, bu konuda bir hayli tecrübesizdim ve yardıma ihtiyacım vardı. sanırım ihtiyacım olan bilgileri kitaplarda bulabilirdim. "Kitaplarda bulamayacağınız hiç bir şey yoktur, bazen kendinizi bile bulabilirsiniz" eve vardığımda üzerimde bir hayli yorgunluk hissi vardı. Hemen hayattan beklentisi olmayan evde ayrı bir bağımsızlık kurmuş olan tekli kanepemin üzerine çullandım, kesinlikle burası en rahat ettiğim yer olabilirdi.
"Aradan günler, aylar geçiyordu fakat Mert ve arkadaşları hala ortalıkta gözükmemişti..."
Bu ayrılık fazla uzun sürmemiş miydi, yine neyin peşindeydiler?
Hemen hemen her günüm aynı geçiyordu, bu sakin süre zarfı içerisinde Sofia'yla tamamen yakınlaşmıştık. Sabah okula vardığımda 1 buçuk ay sonra ilk defa Mert'leri yeniden okulda gördüm. Bir hayli temkinli ve soluk duruyorlardı. Sanırım başları konseyle dertteydi, yoksa bu kadar depresif olmalarının başka sebebi olamazdı. Masum insanlara yaşattıkları acıların hepsini birer birer çekiyorlardı. Ve bunu ne kadar ben yapmamış olsamda, çektikleri acı karşısında haz alıyordum. Çünkü verilmiş bir söz, işlenmiş suçlar vardı. Mert'lerin yüzüne bile bakmadan sınıfa Sofia'nın yanına çıkıyordum, ancak yaşadıkları olaylarıda merak etmiyor değildim. Sofia ortalıkta yoktu, bana haber vermeden bir yere gideceğini sanmıyordum. Gelmiycek olsa bile en azından mesaj bırakıp haber verirdi. Paniğe kapılmayıp gelmesini beklemeliydim. Aradan iki ders geçmesine rağmen Sofia hala yoktu.
Bir süre düşündükten sonra Mert'in parti gecesi söylediği sözler aklımda canlanıyor, "Kulübe karşı tehdit oluşturanları konseyin ortadan kaldırması" Eğer sofia'nın başına böyle bir şey geldiyse bu katlanamayacağım bir acı olur.
Gözüm yaşlı ve korkulu bir şekilde Mert'in boğazına sarıldım "Sofia'ya ne yaptınız? yemin ederim hepinizi öldüreceğim"
Kendimden geçmiştim ve uyandığımda kendimi müdürün odasında buldum. Müdür, Mert'e "bunları kimse duymamalı, yoksa ikimizinde sonu kötü olur" diyordu. Tanrım güvenebileceğim bir kişi bile yoktu. Müdür'de işin içindeyse eğer derhal buradan çıkmalıydım.