FİNNEAS - let's fall in love for the night
..
-hmm peki o zaman denize gitmeye ne dersin?
-deniz mi? şimdi mi?
-hıhım
-nasıl gideceğiz ki büyük annem aşağıda kapıdan çıkamayız
-camdan çıkarız
-ama ben hiç camdan çıkmadım. ya düşersem?
-düşmezsin ben seni tutarım
bir süre düşünceli bir şekilde karşısını izledi sonrasında ise kocaman gülümseyerek araladı dudaklarını
-tamam! gidelim
-hadi o zaman
yataktan kalktı ve camın kenarına geçip küçük çocuğa elini uzattı. uzatılan eli kavrayıp camdan aşağıya baktığında gözleri kocaman açılmıştı
-hyunjin burada merdiven yok!
-var bak sadece duvarın kırılmış taşlarının arasına basmak gerek
-o merdiven olmuyor! hem bu çok tehlikeli!
-hadi ama ya korkaklık yapma hem ben seni tutacağım
-off tamam
sarı saçlı çocuk ilk adımını attı taşların arasındaki kırık bölmeye. bir kaç adım daha atıp gülümseyerek kafasını kaldırdı ve elini uzattı minik çocuk ne kadar korksa da o an buradan dönüş olmadığını hissetti. onun bastığı bölümlere basarak attı bir kaç adım aşağıda ise onun belini sıkıca tutan bir çocuk vardı son basamağa ayağını atacakken belindeki elin onu çekmesiyle arkasındaki çocukla yere düşmüştü kafasını kaldırıp karşısındaki yüze baktığında gülüyordu
-y-yaa! düştük birde gülüyor musun?!
-bilerek yaptım whahahha
-hm? neden ki?
-bilmem canım istedi
o anlamsız bir bakış atarken üzerinde olduğu sarışın çocuk ona yüzünü yaklaştırıp kulağına sıcak nefesini vermiş ve yerinde doğrulmuştu o ise hala karnında oturup anlamsız bir bakış atıyordu
-ee kalkmayacak mısın?
-a-aa evet kalkıyorum!
hızlıca kucağından kalktı ve büyük adımlarla karanlık ormanlık alana doğru attı ilk adımını. sarışın olan ise hemen yanında bitmiş ve pis bir şekilde sırıtarak ona bakıyordu
-ne bakıyorsun sen?!
-hiççç
-hıh bir nedenin yoksa bakma o zaman!
-sana ne benim gözüm değil mi?
-her neyse aa fark ettin mi? ilk defa normal bir konuşma yaptık!
-normal?
-hıhm! genellikle hep anormal şeyler olurdu konuşmamızdan anlam bile çıkarmazdım am bu sefer gayet normal her dediğini anlıyorum!
-belki de son olduğundandır..
-hm?
-hiç, hadi biraz hızlı yürü yoksa kurtlar bizi yiyecek
-k-k-kurt mu?!!!
-bağırmasına aa evet kurt söylemiştim ya sana
-g-gece g-gece k-kurt mu?!
-tamam tamam korkma ben seni korurum
-k-kurt o kurt! nasıl koruyacaksın!
-sen onu bana bırak
havalı bir şekilde sarı saçını savurup yanında ki küçük çocuğun elini kavramış ve yaklaştıkları denizin kenarına doğru koşmuştu.
ayın bütünüyle aydınlattığı denize yaklaştığında arkasını döndü ve kocaman gülümseyip elini kavradığı çocuğu kendisine çekip beline sardı minik ellerini sıkıca sarıldı ve araladı dudaklarını
-dans etmek ister misin minik yıldız?
-hm? müzik yok ki nasıl edeceğiz?
-dans etmek için her zaman müziğe ihtiyaç olmaz
kavradığı beldeki elleriyle daha çok bastırdı kendisine ve ilk adımını sağa attı o yavaşça dans ederken küçük çocukta onun adımlarını izleyerek onu takip ediyordu bu sırada ise elleri ensesine çıkmış ve uzun sarı saçlarının arasına dalmıştı bile...
dans, dans, dans... küçük yıldızların aydınlattığı ve dolunayın ışıltısını verdiği serin denizin net dalgalı sesi.. daha onlu yaşlarında olan iki beden ve ruh, ayak sesleri toprağın üzerindeki ayrıntılı geçişleri bir birini takip eden zaman ve ağızlarından hiç süzülmeyen sevgi sözcükleri, içlerine hapsettikleri duyguları ve korkuları yüzleşilmesi gereken gerçekler ve hayatın kurduğu zaman ve beden ilişkisi, kırılan parçalar, ruha batan delici kesiklerin yakıcı acıları, gerçeklikten kopan, zaman dilimini hiçe sayan düşünceler, düşünürler kabul etmelerinin bir gün zorunlu olacağı imkansızlık kusurları..
-seni özleyeceğim minik yıldız..
-hm?
ağızında dolandırarak net çıkarmadığı sözleri küçük çocuğun kulağına az da olsa gitmişti fakat anlamsız bir şekilde
-en tepeye çıkmak ister misin?
-en tepeye?
-hıhm oradan yıldızlara daha yakın olabiliriz ben yakınım tabi ama senin bundan çokta haberin yok gibi
-yine seni anlayamıyorum hyunjin! ama olur daha yakından görmek istiyorum yıldızları!
-o zaman yakala bakalım gökyüzünü!
belinde olan ellerini çekip hızla gülümseyerek koşmaya başladı önündeki tepeye arkasını dönüp küçük ince parmaklarıyla sarı saçlarını arkaya atmış ve onu yakalamak istercesine minik ama hızlı fakat ona bir türlü yetişemeyen çocuğa bakıyordu. daha hızlı koştu koca tepeyi. minik bedenleri yorulduğunda ilk kendisini yer atan küçük çocuk olmuştu daha minik adımlarıyla yarılayamadıkları tepenin çimlerine bırakmıştı bedenini yanına ise yukarıdan hızla koşup gelen sarı saçlı çocuk bırakmıştı kendi varlığı bitmiş olan bedenini. ikisi de hızla nefes alıp veriyor ve terleyen alınlarını siliyorlardı. sarı terlemiş saçlarıyla yanında uzanan küçük çocuğun yüzüne yaklaştı yavaşça ve hızla nefes alarak
-çok parlaksın yıldız gözlerimi alıyorsun..
..
bu fic... bu kadar yani sadece bu fic.. siz anladınız..🦋
oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın sizleri seviyorum <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hyunjin Was There /hyunlix
Novela Juveniliki çocuğun akıl almaz bir şekilde birleşen zamanları.. deniz ve yıldız ilişkisi galaksinin sonsuzluğu ve zaman kavramının ortadan kalktığı bir varoluş.. ebedi bir yaşantı.. /angst.. birazcık ana bakış olarak "when marnie was there" animesinden esin...