"Limonlu şeker yer misin?" diye sormuştu Seher kaldırımın kenarında oturmuş içini çeke çeke ağlayan Ekrem'e. Ekrem kafasını kaldırıp Seher'e bakmaya cesaret edemedi. Seher elindeki şekerin poşetini açıp yanına oturdu. Hiç tanımadığı bir çocuğa, yaşıtı olmasına rağmen ablalık yapmak gelmişti içinden. Şekeri uzattı tekrar sordu yemek isteyip istemediğini. Ekrem akan burnunu koluna sildi. Şekere hayır demişti ama Seher'in bu masum yaklaşımına hayır diyememişti. Seher şekeri ağzına atarak "Benim de geçen gün Ayşe'mi annem çöpe atmış. Çok ağladım. Senin de mi oyuncağını çöpe attı annen?" diye sordu. Daha on yaşında ki Ekrem "Hayır. Dün gece babam öldü," diyebildi. Ağlıyordu hiç durmadan. Seher ağzındaki şekeri çıkardı. Tükürüğünü yutmaya cesaret edemedi. Tanımadığı birinin babası öldüğü için çok üzülmüştü. "Benim de babam ölse ben de çok ağlardım. Galiba limonlu şekeri istememekte haklısın. Yoksa limonlu şekeri kim sevmez?" dedi. Seher lafı dolandırmadan olduğu gibi söyleyivermişti düşüncelerini. Ekrem "Sen de babanı çok seviyor musun?" diye sordu. Seher sanki Ekrem'in yarasına tuz basarcasına "Evet çok seviyorum. Limonlu şekerden bile çok seviyorum," dedi. Ekrem Seher'in babasına olan sevgisini böyle içten dile getirmesinden dolayı yarası sızlamış gibi hissetti. Bu his sanki hoşuna gitmişti. "Sormayacak mısın babamın neden öldüğünü?" dedi. Seher "I ıh. Sormayacağım. Annem hep 'Her şeyi sorgula ama her şeyi sorma'," der. Ekrem Seher'in söylediğinden hiçbir şey anlamamıştı. "Soru sormadan sorgulanır mı bir şey?" diye sordu. Seher gülümsedi. "Ben de böyle düşünmüştüm. Bahçemizde en sevdiğim ağaç kurumuştu, mandalina ağacım. Anneme neden kuruduğunu sordum. Annem de bunun cevabını ben veremem ama sen bulabilirsin dedi. Ağacın her yerine baktım bulamadım. Babamla dedem ağacı kesmeye başladı. Babama neden kesiyorsunuz kurusa da orda duruyordu dedim. Babam da 'bu ağacı zamanında kesmezsek daha çok kurudukça yavaş yavaş yere doğru devrilecek dedi. Altından geçerken bizler zarar görebiliriz.' dedi. Ağacın neden kuruduğunu sorduğumda babam 'belki suyu az gelmiştir, belki böceklenmiştir, belki de topraktan yeteri kadar beslenememiş ya da yaşlanmıştır.' demişti. Sonra anneme dedim ki anne biz ağacı suluyorduk, toprağı kötü olsa diğer ağaçlar da kururdu. Ağaç yaşlanmış olabilir mi dedim. Annem o zaman bana işte bu soru sormak değil, sorgulamak dedi. Anlamıştım annemin ne demek istediğini. Şimdi sana baban neden öldü diye sorarsam sana soru sormuş olurum. Bence bunu şuan istemezsin. Ama seninle sohbet ederek babanın neden öldüğünü öğrenebilirim," dedi. Ekrem yine pek bir şey anlamasa da direk "Babam bazen eve gelmek yerine başka evleri kendi evi zannedip gidiyordu. Kimse bilmiyor neden babamın böyle yaptığını. Sonra yavaş yavaş her şeyi unutmaya başladı. Dün ölmeden önce beni bile hatırlayamadı. Bana benim ismimi sordu. Baba benim, Ekrem dedim. Hatırlaması için yalvardım. Hatırlamadı. Ne güzel ismin varmış senin, annen baban nerde dedi bana. Babamın öleceğini zaten biliyorduk. Ama babam öldüğü için mi yoksa babam beni unuttuğu için mi babasız kaldım sence? Bunu sorgulayarak bulabilir misin? Mesela babam neden unuttu beni sorgulayabilir misin?" deyiverdi. Seher tekrar şekeri elinden ağzına götürüp dolu ağzıyla "Ben bunu düşüneceğim. Yarın yine aynı yerde buluşalım mı?" diyerek evine doğru hareket etti.
Ekrem yine kalakalmıştı yalnızlığıyla baş başa. Evine gitmek istemiyordu. Sürekli ağlayan annesi Zeliha ve misafirleri duymak istemiyordu. Acınılmak istemiyordu. Eve gittiğinde babasızlığın verdiği yükü saçlarını okşayarak yükleyecekti çünkü evdeki tanıdık yabancılar. Zaten annesinin evde olmadığının farkında bile olmayacağından emindi. Babası hastalıktan unutuyordu belki ama annesi zaten hep o yokmuş gibi davranıyordu. Hava kararana kadar oturdu öylece kaldırımın kenarında. Seher gelip konuşmasa orada olduğunu bile unutacaktı. Kimse onu fark etmiyormuş gibiydi. Daha bu yaşta benliğini kaybetmiş gibiydi. İstemese de ayağa kalktı. Evlerine doğru yürüdü. Bütün odaların ışığı yanıyordu. Bahçeden gelen konuşma seslerini duydu. Herkes babasını konuşuyordu. Kulaklarını tıkamak istedi ama başaramadı. Girdi içeri. Annesinin saçlarını ilk defa örtülü görmüş, şaşırmıştı. Evde Kuran okunuyordu. Misafirlerin önünden geçtikte saçını okşadılar. Annesinin dizinin dibine gidip çömeldi. Annesi de saçını okşamıştı. Karnının acıktığını söylemek istedi ama korkusundan söyleyemedi. Karşısında hüngür hüngür ağlayan babaannesini gördü. Babaannesine söyledi acıktığını. Evlat acısı yaşayan kadıncağız torununu kucaklayıp, koklayarak öpüp sarıldı. Mutfağa doğru götürdü. Babaannesi anlamsız teselli cümleleri kuruyordu. Ekrem tek kelimesini bile dinlememişti. Zaten babaannesi bile inanmıyordu söylediklerine. Babaannesi konuşurken lafını bölüp "Babaanne babam seni de unutmuş muydu?" diye sordu. Babaannesi torunu daha fazla üzülmesin diye tuttuğu gözyaşlarını koy verdi. "Canım oğlum. Baban bizi asla unutmadı. Hastalığından dolayı hatırlayamıyordu," dedi. Ekrem "Babaanne dedem de ölmeden önce unuttu mu babamı?" deyince babaannesi Ekrem'in sorduğu soruların sonunun gelmeyeceğini anladı. "Bizi dedenin ya da babanın unutması önemli değil. Onlar hastaydı. Biz onların hasta olduklarını biliyorduk. Ama onlar kendilerinin hasta olduklarını bilmiyorlardı. Biz bu yüzden affedebiliriz. Ama asıl biz onları unutursak çok üzülürler ve bizi affetmezler," dedi. Ekrem o an yemin etmişti unutmamaya. Ellerini açıp gökyüzüne kafasını kaldırdı. "Babam, seni asla unutmayacağım," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limonlu Şeker
RomanceEkrem ve Seher'in hüzün dolu bir hikayesi... Çoğu zaman hüzünlü, bir o kadar merak uyandırıcı bir hikayeye şahit olmaya hazır mısınız?