1.Bölüm; "Yeni Şehir"

196 15 2
                                    

"Neden ihtiyaç duyduğum anda yoksun ki, yemin mi ettin bunun için?" saatlerce bakıp gözyaşlarım ile birlikte ıslattığım fotoğraf parçasını hemen yanımda duran komodinin üzerine bırakıp burnumu çektim. Yine ve yine ağlıyordum. Kesinlikle bu olmaması gerekiyordu. Alışmış olmalıydım. Onca zaman geçmişti, alışmalıydım artık. Ama istemiyordum ki, ben onun yokluğuna alışmak istemiyordum. Yalanda olsa yanımda olmasını istiyordum. Nefrette etse yanımda olmasını istiyordum. Bu kadar acizleşmiştim işte onun karşısında. Bu kadar küçülmüştüm.

Üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen ben hala aynı şeyi düşünüyordum. "Artık gelsin ve bunların bir rüyadan ibaret olduğunu söylesin." aklımda dönen düşüncelerin özeti buydu. Gidişinin de kendi gibi yalan olmasıydı. Evet, iki yıldır bir yalan için harap etmiştim kendimi. Normalde insanların yaptığı gibi hayatıma geri dönmem gerekiyordu fakat ben bunu yapamayacak kadar kaptırmıştım kendimi ona. Bir kasırga düşünün, içine girince çıkabilir mi insan? Çıkamadım işte bende. İçinde; nefretin, acının, ihanetin, geçmişin, yalanın, pisliğe dair her şeyin olduğu bir kasırgaya kapılmıştım ve içinde durmadan oradan oraya savrulmuştum. Kasırganın dinmiş olmasına rağmen ben hala etkisindeydim.

Nefretle doluydum bir kere, acı çekiyordum ama aynı zamanda ihaneti buram buram hissediyordum her hücremde. Geçmişti ama yalan bir geçmişti. Yalan dolu bir geçmişti. Ona dair doğru olan tek şey kasırgasını yarattığı tıpkı bir okyanusu anımsatan mavi gözleriydi. Onun hakkında bildiğim tek doğru buydu. Anlattığı geçmişinden, yaşattığı mutluluğa kadar yalandı. Gözleri doğruydu bildiğim; onunda içini bilmiyordum, kayboldum içinde. Gittiğim her yere gökkuşağı renklerini yanında taşıyan ben; gökkuşağımda ki tonuna âşık olduğum mavilerin içine bir siyah ile hapsolmuştum. Sadece mavi ve siyah ben vardım.

Ağzımdan çıkacak olan bir hışkırığa daha engel oldum. Artık ağlamamalıydım. Hoş! gözlerinden yaş akmayan insana ağlıyor da denmezdi ya. Neyse. Elimi az önce ıslak fotoğrafı bıraktığım komodine uzatıp bardağı alarak ağzıma götürdüm. Bir yudum içerek geri aldığım yere bıraktım bardağı ve yatağıma iyice sokuldum. Yorganı kafama kadar çekip tüm bunlardan soyutlanmayı umdum. Ama atladığım bir şey vardı; onlar üzerime sinen bir şey değildi, onlar bendim. Tamamiyle ben.

~~

Gözlerimi acıyla açıp penceremden sızan ışığa baktım. Alışmıştım bu ağrıya. Her gece ağlayarak uyuduğum için her sabah bu ağrıyla güne başlıyordum. Yokluğuna alışamamıştım ama buna alışmıştım işte. Ellerimi yastığın altından başımın altına alıp içeriyi aydınlatan ışığa baktım. Neden benim içimi de aydınlatmıyordu ki? Neden tekrar yaşama sevincimi vermiyordu bana?

"Hazır mısın kızım?" kapının açılma sesini duymadan annemin sesini duymuştum. Yatağımın kenarına oturup ellerini saçıma daldırdığında gözlerim hüzünle bakan gözlerine gitmişti. İki yıldır benimle birlikte o da acı çekiyordu. Ben onun yokluğu için annem ise benim yokluğum için. Evet, benim yokluğum için acı çekiyordu çünkü o hiç düşünmeden benim benliğimi de mavilerine hapsedip gitmişti.

"Yine mi ağladın. Canının yandığını biliyorum, benimde yandı. Ama bak, hala ayaktayım. Sende biraz çaba sarf etsen, sadece biraz.." annemin sesi cümlenin sonuna doğru bir fısıltıya dönüşürken gözleri dolmuştu. O da terk edilmişti, hem de ben olduğum için. Sırf hamile kaldığı için terk edilmişti sözde babam olan adam tarafından. Karnı burnunda öylece bırakılıp gitmişti fakat o yılmayıp beni doğurarak ayakta durmuştu. Bazen bu kadına layık bir kız olamadığım için utanıyorum kendimden. Özellikle son iki yıldır hissettiğim en yoğun hisler arasında yer alıyor bu.

Mavi'nin Siyah'ıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin