2 Gün Önce
Bir miktar orada oturup bekledi Murat. Aynı Nazlı'nın sırtını dayayıp oturduğu yerde, birkaç hafta boyunca yaşadığı ve Nazlı'nın başına gelen, katlanılması zor şeyleri düşündü.
Ya Ramazan, son bir haftadır hiç kendinde değildi. İlk başlarda Nazlıya olan duygularından dolayı öyle davrandığını zannetti, ama işin aslı pekte öyle görünmüyordu.
İçinden ağlamak geliyordu Murat'ın, nedensiz bir şekilde. Burnunun direği sızlıyor, fakat niye ağlayacağı aklına geldiğinden susup, ağlama hissini bastırmaya çalışıyordu.
Yıllarca gözyaşlarım, beyhude yere akmadı ki, şimdi ne diye akacakmış. Sevgi güzel bir şey, evet. Ama bu şekilde olmamalı.
Ramazanı etkisi altına alan bu duygu, şimdi Murat'ı da mı etkilemeye başlamıştı? Temiz, güzel bir duyguydu elbet sevmek, sevilmek. Ama ardı arkası belli olmayan, başka mecralara sürükleyen bir hal alıyordu, bu şekil sevmek.
Nazlının sevdası halisti, saftı. Fakat bunun karşı tarafa etkisi, o kadar masum olmayacaktı.
Ramazanda halisane sevmeye başlamıştı Nazlıyı ilk başta, ama sonraları temiz duygusunu, necis şerliler kirletmeyi başarmıştı.
Sevgiyi kendi lehine çevirmek istiyordu şerliler. Ramazan Nazlıyı, Nazlıda Murat'ı sevdiğini zannediyordu. Evet öyleydi, bu şekilde kalırsa, bozulmazdı saflığı. Ama ilerlerse, şerli mahlûklar vesvese ile başka mecralara çekecekti, duygularını.
Muharreminde ilk başta sevgisi böyleydi, temizdi. İlk önce, sevdiğini sevdi. Fakat sonra, sevdiği bambaşka biri oluverdi.
***
Nazlı'nın bıraktığı gülü tekrar koklayıp, yazdığı notu tekrar okudu Murat. Ardından kalkıp yürümeye başladı. ''İnşallah yüzü gibi, bahtı da güzel olur'' dedi Nazlı için ve dua etti.
''Gözler, birbirine bakmasa da; Eller, el ele tutuşmasa da; Gönüller bir birini sevebilir.
Tutmadığım el, bakmadığım gözsün. Ama sen benim, ''seviyorum'' diyemediğin sevdiğimsin...''
***
Nazlı sağ sağlım kurtulmuştu buradan. Aynı dedesinin yaptığı gibi çekip gitmiş ve kurtuluşu bu şekilde bulmuştu. Atalarının kinini, torunlarından çıkarmak isteyen şerlilere karşı koymak, Nazlı ve Ramazan için, aşılması zor bir problemdi.
Şimdi sırada Ramazan vardı. Ramazanın amcasının akıbeti, Nazlının dedesi kadar hafif olmamıştı.
Bir şey yapılmazsa eğer, Ramazanı da kolay bir son beklemiyordu anlaşılan.
''Biran önce onu bulmalı ve yardım etmeliyim'' dedi Murat ve adımlarını hızlandırdı. Ağaçların arasından kurtulup yola çıkabildi.
Hava bayağı sıcaktı ve birde baş yukarı yayan yürümek, ziyadesiyle yormuştu Murat'ı. Az ileride, samanlık duruyordu yolu kenarında, ruhsuz ve gaddar bir şekilde. Onu bu kadar kötü yapan, taşının ve tahtasının karalığından ve yıpranmışlığından değildi. Yıllarca kapısının açılmaması, yanından geçilmemesi, ona öcü gibi bakılmasının tek nedeni; genç yaşındaki Muharremin, orada kendisini asmasıydı.
Ne samanlığın günahı vardı bu durumda, ne de Muharremin bir suçu olmuştu, yaşanan bu kahroluşta.
***
''Ramazan, sen burada mıydın kardeşim. Neden ağlıyorsun. Neyin var''
Murat, ne kadar samanlığı görmemezlikten gelip, yanındaki yoldan yürüyüp gitmeye çalışsa da; arka tarafından gelen hıçkırık sesleri, Murat'ı kendisine çekmeyi başarmıştı. Ramazan, samanlığın kapısının yanında duran büyük kütüğe oturmuş, hüngür hürgür ağlıyordu. Biraz önce Muratta tezahür eden ağlama hissiyatı ve derinden gelen ağlama hissi, şimdi Ramazan ile vücut bulmuştu.
Ramazan, Murat'ı hiç görmemiş, sualini duymamış gibi ağlamaya devam etti.
''Kardeşim. Neyin var.''
Ramazan, Murat'ın bu ikinci sorusundan sonra ağlamayı bıraktı. Nefes alışverişi hızlandı. Eliyle gözyaşlarını silip, başını kaldırdı. Sinirli bir şekilde Murat'a baktı.
''Hoca, git başımdan.'' Dedi.
Bir anda yüzü değişmiş, asabileşmişti. Şimdi ağlayan delikanlı, anlık olarak gitmiş, yerine ağlatan edasıyla, gaddar görünüşlü birisi gelmişti.
Hocasına saygısızlık edecek bir insan değildi Ramazan. Hatta kimsenin kalbini kırmamıştı bu güne kadar.
Muratta hiç kırılmadı Ramazanın bu haline. Demek ki Ramazanda, bazı şeylerin etkisi altındaydı. Üstüne gitmek doğru olmazdı, bu zamanda.
''Tamam kardeşim. Allah yardımcın olsun'' dedi Murat, Ramazanın yanından uzaklaşırken.
Ramazan küstah bir şekilde gülüp, ''Asıl sana yardım etsin'' diye cevap verdi.
Bu küstah gülüş, bu konuşma tarzı asla Ramazan'ın olamazdı. Anlaşılan, iliklerine kadar sarmaya başlamışlardı Ramazan'ın.
Murat çaresiz bir şekilde, ne yapacağını ve ne diyeceğini bilemeden yürümeye devam etti. Ramazan; ''Asıl sana yardım etsin'' dedikten sonra; başını öne eğmiş, biraz önce ağladığı gibi yine ağlamaya başlamıştı.
Dediklerini kendi söylemişti evet. Ama söylemek isteyen kendisi değildi. Başkasıydı. Pişman olmuştu belki de, şimdi, dediklerine. Ama söyleyen ağzıydı, diliydi; fakat sarf ettiği kelimeler için gururlanan, vicdanı değildi.
Yine adımlarını hızlandırdı Murat. ''Tüh, ikindi kaçacak'' diye hayıflanıp, kendisine kızdı. İkindi vaktine kısa bir zaman kalmıştı. Yürüyerek namaza yetişmesi imkânsızdı. Herhangi bir taşıtta yoktu, görünürlerde. Beş dakika kadar daha yürüdükten sonra, bir araba sesi duydu. Kendi köyünden değil, başka köyden; 50,55 yaşlarında bir abi, (Âdem abi) Murat'ın köyüne düğün davetiyesi dağıtmak için, gidiyordu. Hocayı görünce, arabayı durdurup, Murat'ı arabaya davet etti. Selam verip, ön koltuğa oturdu Murat.
Hayırdır Murat hocam. Nereden geliyorsun böyle diye sordu, Adem abi.
''Yörük köyünde biraz işim vardı Adem abi. İlçeden dönüşte oraya uğradım, şimdi oradan geliyorum'' diye cevap verdi Murat.
Adem abinin oğlunu cumartesi günü kınası, Pazar günüde gelin alması vardı.
''Hocam benim oğlanın düğünü var. Sizin köye davetiyeleri dağıtmaya gidiyordum bende'' dedi Adem abi.
''Allah hayırlı etsin Adem abi. Allah utandırmasın'' diye dua etti Murat.
Köye vardıklarında ikindi ezanına az bir zaman kalmıştı. Murat hızlıca abdestini alıp, ezanı okudu. Bayağı cemaat vardı camide. Bunu fırsat bilen Adem abide, tüm köylünün davetiyesini verdi. Hepsini düğününe davet etti.
''Hocam, senin sesin çok güzel. Cumartesi öğleden sonra mevlit ve kuran okumaya, akşamı da kına yakmaya gelir misin'' diye sordu. ''Ben seni arabayla aldırırım'' diye ekledi.
''Tabi ki abi, ne demek'' diye cevap verdi Murat.
''Benim arabayla geliriz Âdem kardeşim, sen zahmet etme'' diye söyledi Muhtar abi de.
***
3 gün sonra Cuma sabahı.
Murat bu sabahta, namazdan sonra dayanamamış, atadan yadigâr evine girmişti. Elindeki kâğıda, yapılması gereken tamiratları ve alması gereken malzemeleri yazıyordu.
Kış gelmeden evin kiremitleri aktarılacak; iç ve dış bütün duvarlar, balçıklı toprakla sıvanacak. İki odanın camı çatlamış, onlar değiştirilecek. Mutfak olarak ve yatak odası olarak kullanacağı odaya elektrik tesisatı çekilecek. Mutfağa, banyoya, tuvalete ve girişine, su tesisatı çekilecek. Birde, evin kenarında ufak ahır vardı. Oranın kiremitleri aktarılıp, duvarları toprakla sıvanacaktı.
Pek bir masraf çıkmazdı, ama Muratta da fazla para yoktu. Maaşından biriktirdiği paraların büyük bir kısmını Ulucami'nin giderleri için harcamıştı.
Ama ne olursa olsun, artık atadan yadigar evinde oturmayı, evinin bacasını tüttürmeyi istiyordu. Yıllarca ayrı kaldığı anne ve babasının mezarı, evin bahçesindeydi. Artık onlardan da uzak kalmak istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cin Çobanı (Ben Doğarken Ölmüşüm)
Misterio / SuspensoDoğmadan önce babasını, doğum esnasında annesini kaybeden garibin, çileli bir hayat öyküsü... İnsanlar adını Murat diye bilir, ama Cinler Mecnun diye tanır....