Geçmişin Külleri

777 24 11
                                    

Karanlık...

Her şeyin başlangıcı ve daim olanın elinin değdiği bu tapraklar bir damla yağmur suyuyla var oldu.

Daha sonra insan denilen varlık bu topraklarda can bulmuş yeni bir kaderin başlangıcını oluşturmuştu.

Medeniyetler, savaşlar, krallar...

Uzun yıllar birçok şeye tanıklık eden bu topraklar bir kez daha akıl zorlayan ve insan aklının anlayamayacağı bir şeye tanıklık etti.

Yine insan oğlunun mal ve herkese ait olan toprak için kan döktüğü sırada gökten bir parça gün ışığı düştü.

Tanrı'nın nefesinden ve kalbinden kopan bu ışık parçası yeni bir ırkı doğurdu.

Bu ırk insanlara fiziken birebir uyuşurken zeka ve güç bakımından epey farklıydı.

Tanrı'nın işine akıl sır ermez lakin yeni ırk her ne kadar insanlardan farklı olsa da duygu, haz ve saplantı gibi duygular insanlar gibiydi.

Fitne ve fesatlık yeni ırkın içindeki bazı kişileri ele geçirmiş şeytan cehennemine güç katmıştı.

Tanrı bu durumun, yarattığı evrenin sonu olduğunu görünce yeni ırkı insanlardan ayırmak istedi.

Onlara yeni bir yuva ve içinde binbir gizemin bulunduğu bir evren bahşetti.

Yıllar, asırlar ve nice krallıklar...

Bu yeni ırk kendine elementalar dedi. Bulundukları evrene ise Vanora adını koydular. Oldukça gelişmiş bir yapıya sahip olan bu ırk tanrının verdiği nimetleri oldukça akıllıca kullanıyor ve barış içinde şükür ediyorlardı.

Lakin şeytan her ne kadar zorlansa da eninde sonunda bu evrene de kor ateşi salabilmişti.

Gezegenin en ücra köşelerinde filizlenen karanlık kendine köleler bulmuş içlerini saf karanlıkla doldurmuştu.

Tanrı her ne kadar çabalasa da savaş yine başlamış, Vanora halkı büyük bir yıkımın eşiğine gelmişti.

Şeytan ne kadar acımasızsa, tanrı bir o kadar insaflı ve affediciydi. Yarattığı çocuklarının ölmesine göz yumamazdı.

Kara bulutların arasından cennetin altın ışıkları yakıcı bir şekilde süzüldü.

Karanlık geri püskürtülmüş ve ağır bir darbe almıştı.

O sırada tanrı meleklerine emretti ve ipek kumaşlara altın harflerle kehanet yazıldı.

Yolunu kaybeden elçim,
Benim varisim...

Yeryüzü, gökyüzü onun huzuruna serildi.

Cennetin altın ışıkları,
Cehennemin kor ve kızıl ateşi
Ona boyun eğdi...

Kaderi ve seçimlerini ise ona bıraktık...

Biz onu görür, dokunmayız.
Biz onu duyar, konuşmayız.
Biz onun için üzlür, susarız.

Yaşayın derse yaşar,
Ölün derse ölürüz...

Biz onu altın ipliklerle bağladık...

Kehanet yazıldıktan sonra Vanora'nın topraklarına gönderilimiş ve altın güller ile bir fanusun içine saklanmış.

Yıllar asırlar geçmiş ve kehanet unutulmuş. Lakin tanrı geleceği bilmenin huzursuzluğu ile Vanora'nın geleceğini korumak adına zamanın geldiğini anlayıp elçisini göndermiş.

Tanrı'nın elinin deydiği bu ruh, ana rahmine düşmüş.

Kehanet altın ışıklarını o büyüyüp doğana kadar esirgememiş. Doğum başladığında ise Kraliçe Natasha'nın çığlıkları sarayı sarsıyormuş.

Sarayın duvarlarına yansıyan altın ışık kimse tarafından fark edilmese de şeytan bebeğin varlığını hissetmiş ve tanrıyı bir kez daha hiçe sayarak Vanora'ya öyle bir kötülük salmış ki yer ve gök titremiş.

Kraliçe Nathasa doğuma devam ederken, karanlık saray duvarlarına yetişmek üzereymiş. Kral Andrew her ne kadar kraliyetin en güçlü adamlarını durdurmak için gönderse de karanlık hepsini birer birer yutup tüketiyormuş

Karanlık, yoluna çıkan her şeyi yok ederken sarayın duvarlarına çarpmış. O anda doğum gerçekleşirken Altın ışıklar sarayı aydınlatmış.

Göğü saran gece bir anda gündüz olup, binbir çeşit şifalı çiçekler açarken  yeni doğan bebekten yayılan altın ışıklar karanlığı def etmiş.

Lakin şeytan bir kere saraya sızmış...

Bebeğin ağlayışları kraliçe Natasha'nın kalbini parçalarken güzeller güzeli kızına son kez bakmış ve kokusunu içine çekerek öpmüş.

Kral Andrew kızının iri ve renkli gözlerine bakarken içini hoş eden hislere karşın kızı ile doğar doğmaz ayrılmanın acısını yaşıyormuş.

Şeytan minik ruha tam saldıracakken, Kral Andrew Vanora'nın antik çağdan kalan tek büyücüsüne kızını uzatmış ve onları bilinmeze doğru uğurlamış.

Şeytan kızın varlığını evrende hissedemezken karanlığa dalıp geri çekilmiş.

Antik büyücü, kucağındaki minik bedeni sıkı sıkı tutarken, gücünü kullanmanın verdiği yorgunluk ile yere yığılmış.

Yaşlılık onun için zor olsa da, son görevini yerine getirip öyle bedeninden ayrılmak istemiş.

Son bir gayretle minik bebeği kucaklayarak bir yetim hane kapısına varmış. Çalmadan önce içinde kalan gücü prensese aktarmış ve zamanı gelince onu birinin bulması adına haber yollamış.

Vücudu evrenden silinmeye başlarken kapıyı tıklatmış ve güzeller güzeli uyuyan bebeğe bakıp saçlarını okşamış.

Ayın beyaz ışıkları bebek sepetini aydınlatırken, prenses kendinden ve halkından bi haber dört duvar arasında büyümeye başlamış.

Kral Andrew ve Kraliçe Natasha her ne kadar uğraşsalarda kızlarının tek bir saç teline ulaşamamış, bir iz dahi bulamamış.

Kahrından yataklara düşen kraliçe, ne kadar tanrıya yalvarsa da dileği kabul olmamış lakin kıznın bir gün döneciği umudu ile hayata sımsıkı asılmış.

Tanrı ise kehanette yazdığı birkaç sözü tekrarlamış.

Biz onu görür, dokunmayız.
Biz onu duyar, konuşmayız.
Biz onun için üzlür, susarız.

Yaşayın derse yaşar,
Ölün derse ölürüz...




Evetttt yeni hikaye bebeklerim. Bu hikaye hesaptaki ilk hikayemdir. ilk 5 bölüme şans tanıyın derim.

Olaylar ve kahramanlar ik
Lerleyişe göre şekil alacaktır. Bir istek ve öneriniz varsa yorumlarda belirtmekten çekinmeyin lütfen.

Umarım keyifli bir serüven olur hepimiz için.

Şimdiden keyifli okumalar dilerim...


VARİS: KARANLIK ÇAĞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin