Bugün Sana Bir Şeyler Anlatmam Gerek

126 8 28
                                    

Bölüm 3

Sana kendimi anlatmaya devam etmek istiyorum bugün, zira dün baya konuyu dağıtmıştım. Bilirsin insan birçok şey düşünürken bir şey anlatmak isterse çok beceriksiz oluyor. Hele de zihninin sınırı olmadığında, aynı anda birçok düşünce ve görüntü beynine hücum edebiliyor. Bazen anılara dalabilirim bu yüzden, garipseme.

Beni anlamadan karşına çıkmak istemiyorum, hele de sana bu kadar yaklaşmışken. Evet çok yakınındayım, bir yıl tek başına, daha sonrasında fazılla uzunca bir dönem aradıktan sonra, seni buldum. Benden korkanlar dışında beni anlayan sadece iki yüce gönüllü insan buldum, fazıl ve apo. Biliyorum sen de beni anlayacaksın.

Dur konuyu dağıtmayacağım, ama seni her düşündüğümde zihnimin suratını dağıtıyor bir aşk bestesi ve güzelliğinden ilham almış bir deste gül ruhumu ortadan bölüyor. Dağılıyorum, dağıtıyorsun, toparlayamıyorum bunca karmaşanın içinde sana karışmaktan başka yol bulamıyorum. Sana her kendimi anlatmayı denediğimde, seni anlarken buluyorum kendimi, ve bütün kalbim tasdik ediyor doğruluğunu her saç telinin. İçime sinmiş adın.

Sana parça parça her şeyi birleştirme vakti bu gün, ben kimim, neden varım, ben neyim (evet, apoya bunlardan bahsettiğimde ilk bunu sormuştu) hepsini anlatacağım.

Dünyadaki insanlar, doğmadan yani dünyaya inmeden öncesini, yaşarken çevrelerindeki dünyayı ve geleceği bilmezler. Bu tanrının eliyle olan bir şeydir (ve bir kısmını hatırlayan biri, Mr. Nobody diye bir senaryo bile yazmıştır.)Bu durum gerçekleşir çünkü tanrı aslında sever hepimizi. Tek bir zamanda var olan ve dünyaya gelene dek bekleyen, beklerken tüm savaşları ölümleri ve akan kanı izleyen ama acıyı tatmadığı için bunu anlamayan sadece ararına geri gelen kardeşlerinin ruhlarına sevinç ve özlemle sarılan bizler, insan ruhlarıyız aslında.

Çok fazla acı çekmemizi engellemek için Tanrı, insanlar dünyada tekrar doğarken, hafızalarının onları terk etmeleri ve zihinlerinin sınırlarının çizilmesi için emir verir. Kâinatın en üstün ruhu, insan, her şeye tanık olan, zamandan bile eski ruh, dünyaya indiğinde acizleşir. Acizleşir ki, kısacık hayatının, tanrının oyun parkındaki bir nefeslik heyecanın tadını çıkarsın. Anlayacağın, biz, tüm insan ruhları, aynı yaştayız. Bunca adaletli tanrının, insanlara farklı ömürler biçeceğine inanmıyordun, değil mi? İnsanlar, bilmiyor sevgilim, onlar anlamıyor.

İnsan dediğin, annesinden sokağa çıkmak için yarım saat izin almış bir çocuk ve o çocuk yarım saatini bilye savaşı yapıp kan dökerek harcıyor. Sonra da ağlayarak evine dönüyor. Ne yazık… Oysa şükretmen gerekli değil mi bu ağaçlara bu yağmura ve mutluğu peşine takıp gelen acılara. İnsan acı olmayınca mutluluğun tadını çıkaramıyor sevgilim, biz sıkılıyorduk.

Yani, anlayacağın, biz, hepimiz, tüm insan ruhları ve bedenleri emanet alanlar, hepimiz aynı “şey”iz.  İnsan ruhu, dünyaya ayak bastığında tanrı onu kısıtlamasaydı yine onun yanındaki gibi her şeye tanık olabilecekti. Ama sen evde kahveni yudumlarken birden bire kulaklarında annesi açlıktan ölen bir çocuğun feryadını duyacaktın, kadın. Belki o feryat tanrının ülkesinde arkadaş olduğun birinin sesi olacaktı. Bir bedene mahkûm olduğun için elini uzatsan da yetişemeyecekti o çocuğa.

İlk gidenlerin zihninde sınırlar yoktu, Habil ve kabil ile ilk cinayet başladı ve sonra akan kan durulmadı, çıldıran insanlar oldu bu yüzden. Herkes oyun parkının ve bilyelerin sahibi olmak istiyordu. Bütün temiz ruhlar intihar etmeye başladı, beden esaretinden kurtulmak ve tanrıya sığınmak… Tanrı ihanet eden ruhlara çok kızdı ve ilk başta onların ve bütün dünyaya gidecek olanların hafızalarını dünyada terk ettirdi. Sonrasında bedenlere sahip olanlara kitaplar gönderdi, intiharı ve kibri yasakladı. İnsanlar böylece daha mutlu oldular, ne kadar az bilirsen o kadar çok mutlu olursun.

Eğer hayatın anlamını anladığını fark etmeseydim bunları sana yazmazdım. Hayatın anlamı biziz sevgilim, hayatın anlamı sonsuzluğu terk edip geçici bir nefeste var olmak.

Bu mutlu hayat bir süre sonra farklı sorunlar doğurmaya başladı, geçmişini hatırlamayan ruhlar dünyayı asıl hayat sanarak sahiplenmeye başladı ve onu yıkıma sürükledi.

Ev yapmayı bile gereksiz bulan ruhlardan, dünyaya kazık çakarcasına gökdelen dikenlere…  Onlar hatırlamadıkça dünya berbatlaşıyor. Ben unutmadım ve unutmadan dünyaya geldiğimde yani kendimi bildiğimde, hissedebildiğimde,  zihnim büyük bir kargaşaya sürüklendi. Artık zihnimin sınırlarını çizmek için çok geçti. Tanrı beni ya yanına alacak ya da böyle yaşamama izin verecekti. Beni sınadı defalarca, sonunda da beni böylece bıraktı, ben kazanmıştım. Tanrı kendi adaletim için uğraşmama izin vermişti. Bana bir hediye de verdi, ayna. Tanrının aynasını ben almıştım artık, tanrının aynası ben olmuştum.  Birçok şeyi yapabilirdim, tek yasak, “insanların yani unutmuş olanların hayatlarını tamamen değiştirecek şeyler yapmak, yani aynayı göstermek ya da aynayı kullanırken seni görmeleri.”

 Bu yünden seni hiçbir zaman o saklı odama sokamam, gitmek istersen zorla yanımda tutamam, ama san anlatabilirim. Bunlar kendimi neden o odaya yalnız başıma kilitlediğimin ve her çıktığımda yeni bir şarkıya sahip olduğumun açıklamanın ilk adımı. Benim sadece dünyada yaşanabilir bir hayatım olmadı hiçbir zaman ve hep yapmam gereken şeylerim var oldu. Bunlar için bana kızma sakın.

Benim tüm gerçekliğimle var olduğum, saklı odam, rüyalarında izlediğim gibi bir yer, içinde yollar olan, masmavi gözlerinden emanet almış gökyüzünü dünyam. Buraya kimse giremez, ayna ve bu yaşam aslında hem sınavı geçtiğim için bir ödül, hem unutmama suçunu işlediğim için bir ceza. Adalet getirmek için dünyaya, unutturulmamışken henüz bir bedene, yakışıklı bir bedene, saklanmış olmam bence hala komik, hele tanrının buna göz yumması daha komik, bilirsin o her şeyi görür. Yani, bir günah işlenirse bu senin sınavındır aslında.  

Bir yandan bütün o ölümleri ve savaşları izlemek zorundayken, engel olabildiğin ya da olamadığın tüm ölümler gözlerinin ruhunu yırtarken, bir yandan da insanlara cennetler kurman gerekir dünyanın her bir köşesinde, istediğim bu muydu bilmiyorum. Aslında aynanın da gücü bu, dünyayı güzelleştirmek, dünya nasıl hayal edersen, öyle bir yer. Yani aynaya bakıp bir hayalini, bir insana bağışlarsın ve o senin için kurar o bahçeyi, evi, hayali, ya da her neyse. Bazı şeyleri itiraf etmek öyle zor ki, hele de hep saklanan şeyleri,  insanın içine cam parçaları saplıyor. Sevdiğini dinlemek için göğsünü cam kırıklarına feda edebilecek misin? Çünkü anlamak da anlatmak kadar acıtır.

Ben bütün şarkılarımı sana yazdım, beni anla beni bul diye o geceden beri. Ondan öncekilerde sadece savaşların, yıkımların, yapabildiğim ya da yapamadığım şeylerin izleri vardı. Dünyada gördüğüm, hayallerimde yaşadığım öyküleri şarkılara yazardım, ta ki seni görene kadar. Ondan sonra sana yazdım sırf beni bul diye. Tanrının bu kaybolmuşluklara bezeli cennetinde var olma savaşını verirken, elimde aynamla seni aradım, ay ışığında yolunu şaşıran bir kuş gibi. Ruhumdan beni dünyaya bağlayan ipler inceldikçe sesim de inceldi, bu sanki hiç duyulmamış bir dilde seni aramak gibiydi bu.

Mesela adım bile, dünyaya ait değil.  “Adrian” ne demek biliyor musun? Sana anlatacağım ve bunu yalnız sen bileceksin komik gelecek insanların yaptığı tahminler ya da benim bunu saklamak için söylediğim yalanlar, her gördüğünde gülümseyecek ve bilmiyorsunuz insanlar diyeceksin, sadece ben biliyorum “onu”. Bu varoluş, erişilmez, ütopik ama yalnızlık dolu ve sessiz. Adrian, aynanın sahibi demektir, olağanüstü sensiz bu yolculuğa çıktığın kutsal nesnenin sahibi olmakla tanımlanırsın tanrının sınır çizmediği zihinlerce. Dokunulamaz olması özgürlüğü yalnızlıkla birlikte getiriyor ya zaten.

Herkesin unuttuğu bir dünyada hatırlayan olmak bazen sana deli gözüyle bakılmasına yol açıyor. Ama dünyadan gidene kadar seni bulamayacağımı düşünmüştüm, dünyaya gelmeden önceki zamanlarda yaşanmış aşkımızı hatırlıyor musun? Ne saçmalıyorum tabi ki hayır, kafanı daha fazla karıştırmadan yaşadığın dünyaya dönelim.

Bu satırdan itibaren seni ararken başımdan geçenleri anlatacağım ve bitince yanına gelip bu defteri sana vereceğim. Belki yine hiç konuşmayacaksın ve hatırlamayacaksın tanrının bahçesinden çaldığımız gülleri gökyüzündeki 22. Ay batarken sana verdiğim geceyi, tanrının bize aşkı veren yüce kalbini ama okuyacaksın biliyorum. Okuduğunu gözlerinden anlayacağım ve yanına geleceğim. 

Bekle beni, çünkü gelene dek seni daha çok özleyeceğim.

Cem'in GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin