titreyerek uyanmıştı sabah. hiçbir pencerenin açık olmamasına rağmen titremesi tüm bedenini sarmış, dişlerinin birbirine çarpmasına neden oluyordu.
üzerinde idare eder kalınlıktaki örtüyü çenesinin altına kadar çekti ve bedenindeki yorgunluğu üzerinden atmak için sıcak bir nefes verdi dışarıya. dün hem ıslanmış hem de hava yüzünden soğuk terler akıtmıştı. komidinindeki telefonu bile almaya hali yokken sadece gözlerini kapatıp gün boyu uyumak istedi.
arkasını dönüp yanındaki pencereden hâlâ yağmakta olan yağmuru seyretti. üşütmüştü fakat şemsiyesini ve ceketini beomgyu'ya verdiği için içinde en ufak bir pişmanlık duygusu bile yoktu. beomgyu iyiyse o da iyiydi.
ardından telefonu çalmaya başladı. sızlanarak dirsekleri üzerinde doğruldu ve örtüsünü hafifçe sıyırdı. arayan beomgyu'ydu.
"hueningkai!" açtığı gibi azarlar ses tonuyla konuşmuştu arayan oğlan. hueningkai ise telefonu biraz kulağından uzaklaştırıp yanıtladı onu.
"efendim beomgyu." akan burnunu çekerken bir yandan da etrafta peçeteye bakınıyordu. mutfağa gidip bir kağıt havlu koparmak, geldiğinde üstünü değiştirmeye üşenip aynı şekilde uyuyan bir çocuk için çok zordu.
"neden gelmedin, bir şey mi var?" konuşurken yanından araba sesleri geliyor, ufak fısıltılar da arkasından duyuluyordu.
"sanırım biraz üşüttüm, önemli bir şey değil." beomgyu olduğu yerde durup kaşlarını çattı ve dudaklarını büzdü. elindeki poşeti sıkılaştırıp hızlı adımlarla yürümeye devam etti.
"biliyordum. benim yüzümden oldu değil mi?" hueningkai oturur pozisyona geldiğinde kızdı küçük oğlana. onun suçu değildi. sadece, hueningkai hoşlandığı çocuğun hasta olmasındansa kendisinin olmasının daha iyi olacağını düşünmüştü.
"hayır senin suçun değildi, saçmalama." ardından çalan kapıyla of çekti içinden. sızlanarak yataktan kalkmaya çalışsa da bütün kemiklerinin gıcırdadığını hissediyordu. eski bir kapı gibi zar zor açılan bacaklarının onu ayakta tutması için dua ederken telefondaki genci unutmuşa benziyordu.
"üzgünüm gyu, kapıya bakmam gerek. daha sonra konuşuruz." telefonu salondaki koltuğa fırlattıktan sonra nemli saçlarını arkaya attı ve kapıya yöneldi.
açtığında, siyah şemsiyesi ve üzerinde kendi ceketi olan beomgyu elinde bir poşetle kapının önünde duruyordu. uzun zamandır görmediği gülümsemesini hueningkai'ye sunup elindeki poşeti ona uzatmıştı.
hueningkai tüm yorgunluğuna rağmen yüzüne geniş gülümsemesini eklerken poşeti aralayıp içindeki ilaçlara baktı. hemen sonra beomgyu küçük kollarını olabildiğince açıp uzun gence sardı. daha önce hiç yapmadığı şey onu fazlasıyla rahatlatmıştı.
hueningkai hızlanan kalbine ve kızaran yanaklarına rağmen elini beomgyu'nun sırtına koyup sızlandı. "sen de hastalanacaksın şimdi, çok yaklaşmamalısın."
beomgyu kollarını diğerinin bedeninden ayırırken kapıyı yavaşça kapattı ve gülümsedi. "sorun değil hueningie."
elini ensesindeki saçlara atıp oynarken bir anda aklına gelen şeyle hueningkai'nin elindeki poşeti aldı.
"sen geç otur ben de şu çorbayı ısıtayım." küçük adımlarla mutfağa ilerlerken içinde daha önce hiç hissetmediği kadar büyük bir heyecan vardı. sevdiği çocukla ilgilenmekten keyif alıyordu.
fakat hueningkai televizyonun önündeki koltuğa uzanmak yerine diğerini takip edip onun arkasından mutfağa gitti. kare masanın etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturdu, çenesini avuç içine koyup beomgyu'yu izleme başladı.
"ne gerek vardı, teşekkür ederim." beomgyu kaptaki çorbayı bir tencereye boşalttı daha sonra da cevapladı. "çok gerek vardı, beni düşüneceğine biraz da kendini düşün."
hueningkai sessizce ayağa kalkıp masanın kenarına oturdu. " o çok zor."
beomgyu ise duyduğu cümleyle hem mutlu olmuş hem de heyecanlanmıştı. kafasını sallayıp işine devam etti.
" sürekli seni düşünüyorum. evde nasıl göründüğünü merak ediyorum, " oturduğu masadan kalktı ve cümlesine devam etti. " her boş vaktimde seni izliyorum. sınıftaki kızlara bir şey anlatırken çok güzel gülümsüyorsun. o sakaları neden bana da yapmıyorsun?"
beomgyu önünde ısınan çorbaya bakıp titremeye başlayan ellerini birbirine bastırdı. 'çok mu belli ediyorum' diye geçirdi içinden.
hueningkai arkası dönük olan beomgyu'ya doğru ilerlerken konuşmaya başladı tekrardan. " yazdığım her şarkı seni anlatıyor ama sen bunu bir türlü anlamıyorsun, seni bu kadar düşünmem normal mi?"
aylardır içinde tuttuğu duygularını ona açmak için uygun bir zaman olduğunu düşünmüştü. reddedilse bile bu içinde tutmaya devam etmekten daha iyiydi.
beomgyu'nun arkasında durdu, burnu saçlarına değiyordu ve aralarında çok az bir mesafe vardı. buna rağmen sarılmak istemiyordu. onu rahatsız edip kendinden soğutmak istediği son şey bile değildi.
" senden çok hoşlanıyorum beomgyu." beomgyu'nun şaşkınlıkla açtığı gözleri mutluluğunu anlatmaya yetiyordu.
hueningkai ve tezgah arasında kalan bedenini diğerine doğru çevirdi ve elini boynuna dolayarak sarıldı. o heyecanla yapabileceği en mantıklı şey buydu.
uzun süren sessizlikten sonra birbirlerinden ayrıldılar ve geriye sadece kızarmış iki tane yüz kaldı.
beomgyu başını öne eğdi ve dudaklarını araladı "ben de senden hoşlanıyorum." daha sonra parmak ucuna çıkıp dişlediği dudaklarını diğerinin ince ve pembe dudakları ile birleştirdi.
ve bugün diğer günlerden farklı olarak geceye kadar şarkılar söyleyip birbirlerini öpecekler, günün sabahına kadar ise hayal ettikleri anları sarılarak gerçekleştireceklerdi. artık hueningkai'nin iyileşmek için ilaçlara ihtiyacı yoktu.
eveet bu final bolumuydu!! ben uzatmayi pek sevmem, umarim kurguyu sevmissinizdir. bu arada not birakayim suraya, lutfen kaigyu yazin🦔
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love notes
Fanfictionbeomgyu, yazılan her şarkının kendine ithaf edildiğini bilmeden hueningkai'ye müzik dersleri veriyordu.