Ekim'in ilk haftasına rüzgârın pencereye vurduğu ağaç dallarının sesiyle uyandım. Yanı başımdaki saate baktım, henüz 7 idi. Sabah soğuğundan oldum olası nefret etmişimdir. Sıcacık yatağımı terk edip kendimi soğuk mağaramın derinliğine bırakırken titremeye başladım. Uyuşukluğumu hemen üstümden atabilmek için elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Zaten istesem de sıcak su yoktu ama neyse ki banyoda şofben vardı da yıkanırken üşümeyecektim. Mutfağa yöneldim. Dört yumurta çıkarıp krep yapmaya hazırlanırken kettle'a da kaynaması için su bıraktım.
Bu sırada evde bir ses olsun diyerekten radyoyu açtım. Çalmakta olan Şebnem Paker'in Dinle şarkısını açıp işime kaldığım yerden devam ettim. Bir yandan da mırıldanarak şarkıya eşlik ediyordum.
Alelacele yemeğimi yiyip ıhlamur çayımı içtikten sonra pijamalarımdan kurtulup üstümü değiştirdim. Bu yeni dönemde artık sadece kızlar değil erkekler de giydikleriyle dikkat çekici olmaya başlamıştı. Ben ise bu yeni dönemde yer almak istemiyordum. Düz ve sade olarak üstüme gri ince kazağımı giyip altıma da bej renk pantolonumu giydim. Ardından benimle özleştiğini düşündüğüm koyu yeşil montumu üstüme geçirdikten sonra aynada kendime bakmaya başladım.
Antalya'dan okula yeni gelen atletik, yakışıklı öğrenci görünümüm olsaydı eminim her şey daha kolay olurdu. Oradaki yaşıtlarımın hepsi fit görünümlü, yanık tenli, uzun boylu ve sporun her dalıyla uğraşan kaslı tiplerdi. Aralarında gemi kullanan bile vardı! Eğlence odaklılardı. Alkole bile on beş başlayan kişilerdi onlar. Ben ise hiçbir zaman onlarla aynı kulvarda olmadım. Ne bir spora yeteneğim vardı ne de kusursuz çene hatlarım.
Beni özel hissettiren ve güzel gösteren tek şey, dünyada nadir bulunan parlak gümüş renk gözlere sahip olmamdı. Doktorların bile anlam veremediği bu DNA karmaşasını doğuştan deyip geçiştirmişlerdi. Onun dışında buğday tenim, alnıma düşen dalgalı siyah saçımla sıradan bir tiptim. Fazla mükemmeliyetçi olduğum için de çoğu zaman kendimde gördüğüm her kusuru acımasızca eleştiriyordum.
Evet... Yeni şehir ve yeni arkadaşlıklar için girişken biri değildim. Bir milyon nüfuslu Antalya'da asosyalliğin dibini yaşıyordum. İnsanlarla uyum içinde yaşamayı beceremiyordum. Hatta ailemle bile. Belki de aptal biriydim. Ders notlarım da bunu kanıtlıyordu zaten. Ne iyi ne kötü bir öğrenciydim. Son sıraya yazdığım Tütsüler Yüksek Okulunun gelmesine bile şaşırmıştım doğrusu.
Derin bir soluk aldım. Gözlerimin dolmasıyla bugünü ağlayarak geçireceğimden emin olmaya başladım. Tekrardan derin bir soluk alıp verdim. Her ne kadar hazır olmasam da gün, bugün başlamıştı.
Kahverengi sırt çantama birkaç defter sıkıştırıp evden çıktım. Merdivenden aşağı inerken botlarım gürültülü sesler çıkardığında adımlarımı yavaşlattım. Halamı uykusundan uyandırmak istemediğim için sessiz olmaya çalışıyordum. Uzun boylu değilim ama bu siyah süet botların beni 1.80 boyunda gösterdiğinden oldukça emindim. Kaldırıma çıkmamla tanıdık bir sesin arkamdan bana seslenmesi bir oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÜTSÜLER (KİTAP OLDU)
FantasyVampirler, cadılar ve büyücülerin kol gezdiği, yağmuru eksik olmayan soğuk ve kasvetli kasaba. Yıllar geçmiş ve yolum bu yeşil tepelere yeniden düşmüştü. Çatı katındaki evimde normal bir öğrencilik hayatı yaşamayı planlıyordum. Oysa beni kamçılamak...