⁴ ⸻ yıldızlarla anlaşma

1K 144 236
                                        





Hongjoong, Seonghwa'nın çalıştığı mağazanın kapısında beklerken alışveriş merkezinde dolanan insanlara göz gezdiriyordu. Mart ayının gelmesiyle insanlar kışın gitmesini kutlamaya hazır gibiydi fakat havalar geçen birkaç haftadır oldukça soğuk geçmişti. Bu güzel cumartesi gününde ise hava güneşliydi ve sırf bu yüzden binanın olduğundan daha dolu olduğunu tahmin edebiliyordu. 


İç çekerek cebinden telefonunu çıkarıp saati bir kez daha kontrol etti Hongjoong. Böylesi kalabalık yerlerde, ailelerin arasında kalmaktan çok hoşlanmıyordu. Geçen Jongho'nun yardımları ile açtığı saçları ve boyayıp kırptığı kıyafetleri ile bu aile ortamında çok da kucak açılarak karşılandığı söylenemezdi ve ona yeniden dönüp bakan bakışlara çatmamak için kendini sıkmaktan iyice yorulmuştu. Üstelik Seonghwa yarım saat gecikmişti ki bekletilmekten nefret ederdi.


Güneş batmaya başlarken saat altıya geliyordu ve Hongjoong sonunda sabrının sonuna gelip her şeyi boşvererek oturduğu yerden kalkıp gidecekken lüks olduğu içeriden sızan parfümlerle bile kendini belli eden mağazadan Seonghwa koşarak çıkıp gözleri ile alanı kısaca taradı ve Hongjoong ile buluştuğunda kocaman gülümseyerek ona ilerledi.


Hongjoong nefesini tutarken gözlerini bir iki kere kırpıştırdı.


Uzun zaman olmuştu sadece. Biriyle romantik anlamda bir şeyler yaşamayalı uzun zaman olduğundan böyle hissediyordu o kadar. Seonghwa ile alakası yoktu bu durumun, adamın kocaman gülüşü, her daim parıldayan badem gözleri, dalga dalga kıvrılıp kirpiklerine düşen kara saçları tamamen estetik güzellikle ilgili bir farkındalıktı sadece. Onun uzun, ince yapılı ve dik duruşlu vücudu ya da Hongjoong'un boyu kadar uzun bacakları da sadece Hongjoong'un içindeki tasarımcının bir yanını tetikliyordu o kadar. Yani her şey mesleki deformasyondan geliyordu ve Hongjoong heriften hoşlanmıyordu.


Hayır, gerçekten.


Herkesle arası iyi olan birisiydi, her zaman gülümserdi, her yere koşardı ve Hongjoong bundan daha sinir bozucu hiçbir şey göremiyordu. Onun sinirlenince nasıl tepki vereceğini bilememek hatta onun sinirlenip sinirlenmediğini bile bilememek ya da onu bir kere bile üzgün görememek Hongjoong için oldukça büyük bir kırmızı bayrak demekti. Onun ağlamasını görmek istediğinden değildi bu tabii ki, kimseyi yok yere ağlatmak istemezdi ama herhangi bir olumsuz duygu hissettiğini belli etmemek onun doğallıktan uzak olduğunu bağırıyordu ona. Tıpkı o sosyal medyalardaki harika yaşamlarını olduğunu iddia edip tüm pisliklerini örten kişilikler gibi Seonghwa'nın da doğallıktan uzak ve yapmacık olduğunu düşünüyordu. 


Bu yüzden ondan hoşlanmıyordu işte. 


Basit


"Hongjoong, çok özür dilerim. Kasadaki arkadaşın biraz beli ağrıyormuş da çıkmadan biraz onun yerine ilgilendim. Çok beklettim mi?"


Hongjoong gözlerini devirmemek için zor tuttu kendini. "Yazık, beli ağrıyormuş demek."


Seonghwa kocaman gözleriyle ona bakıp başını sallarken dudaklarını büzdü. "Kapanışa kadar kalırdım ama senle sözleştiğimiz için bırakmak zorunda kaldım."

whatever, let's get lost on mars ⸻seongjoong.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin