Park Seonghwa, sinirlenmeyi pek beceremezdi. Eline yüzüne bulaştırırdı hep ve etrafında koskoca bir enkaz oluştururdu her zaman bu yüzden olacak ki sinirlenmezdi de kolay kolay. Öyle çabuk öfkelenen birisi değildi, karşı tarafın hareketlerinde bir haklılık payı görmeye çalışır ve sakince sorunları halletmeye odaklanırdı fakat bazen, o tehlikeli anlarda, görünmez dalgalarla yükselirdi içindeki öfkesi. Kalbini sarardı, düşüncelerini dondururdu ve dilinden ardı ardına bıçaklar savrulurdu ve her yanı yakardı o öfke. Üstelik hiç pişman da hissetmezdi kendini ve dönüp bakmazdı kırdığı kalplere.
Hoşlanmıyordu pek kendinin bu tarafından ama sevgiyle yoğrularak büyütülmüş her çocuk gibi içindeki annelerinden gelen sevgiyle affedebiliyordu kendisini. Her zaman yapmıyordu ya bunu canım, bu kadarlık da hakkı olsundu.
Yine de gelin görün ki ilk günden beri bu öfkenin kefaretini ödüyordu Seonghwa. Sanki sadece o öfkeyle ortaya çıkan içindeki bir şeytan etrafı yıkıp yakıyor sonra Seonghwa'ya suçu yıkıyor ve adamın kalan tüm hayatında bunu unutturacak şeyler yapmasını talep ediyordu.
Daha ilk 4 yaşındayken başlamıştı bu iş. Jihye oğluna istemediği sebze yemeğini zorladığında Seonghwa ona avaz avaz bağırmış sonrasında da komşunun birinden duyduğu gibi bakamayacaksa hiç kendisini doğurmaması gerektiğini söylemişti. Adil olmak gerekirse tam olarak ne ifade ettiğinden haberi yoktu ama o gece annesini, Hyerin annesinin omzunda ağlarken bulduğunda kendisini ikisinin kollarına atıp yorgunluktan uyuyakalıncaya kadar ağlamıştı. Annesine o zamandan beri mahcup hissediyordu bir kere, çünkü böylesi bir toplumda oğlunu en güzel şekilde yetiştirmek için ne tür zorluklar çektiğini gün geçtikçe daha iyi anlıyordu. Annesinin kendisini doğurduğu yaştaydı Seonghwa ve hiçbir zaman onun kadar cesur olamayacağını biliyordu şimdi.
İlkokulda en yakın sıra arkadaşı Dowoo, ailesini öğrenip onunla dalga geçtiğinde işler daha kötüye gitmişti. Çocuğun üstüne atılıp öğrendiği tüm kötü sözleri ve verdiği sırları ortaya saçarak kavgaya tutuşmuştu. Dowoo onunla bir daha asla konuşmamıştı o günden sonra. Seonghwa bunu dert etmezdi, ailesine saygısızlık eden birisini o da istemezdi zaten ama tüm okul sonrasında ona sırtını döndüğünde bu yaptıklarının kefaretini ödeyecek kadar zamanı olmadığını anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whatever, let's get lost on mars ⸻seongjoong.
Novela JuvenilKampüsün çimlerindeki grubun ele başı olan Hongjoong'un rutini belliydi: Kendinden güçsüzlere bela olan şeref yoksunlarını dövmek, hocalarından azar işitmek, derslerde playlist hazırlamak, Wooyoung'a sabır çekmek, uyumak. Yani kampüsün yıldız çocuğ...