Helloooo dear.
Aynada son kez kendime baktım. Açık kahve mi ela mı olacağına karar veremeyen gözlerim üstüme geçirdiğim kahverengi tişörtle bal rengi olmayı seçmişti. Siyaha yakın kahve saçlarım. Açık buğday tenim ile resmen arada kalmışlığın resmiydim. Ne tipim tipe benziyor ne de şeklim şemalim. Yaratılırken sanki biri ortaya karışık olsun abi demiş gibiydim. Artık olur o kadar. Boydan kurtarıyorduk şükür.
Mecnun denen herifin aracını tamir ettirirken biraz sohbet etmiştik. Kafa çocuktu aslında. Biraz asabiydi ama anlaşmış sayılırdık. Benden üç yaş büyük olduğunu söylediğinde başta inanmamıştım. Benimle yaşıt, hatta bir yaş küçük duruyordu. Yirmi üç olup hala üni üçte olduğum için, neden okulu uzattığını sorma gereği duymamıştım. Zamanı gelince anlatırdı elbet.
Arkada çalan şarkıdan playlistin ikinciye döndüğünü fark ederek saçlarımla uğraşmayı bıraktım. Kulağımda ki iki küpenin yanına üçüncüyü ekleyip kalın bir yüzüğü baş parmağıma geçirdim. Siyah bir deri ceketi sırtıma atıp saatimi taktığımda tamamdım.
Arada marada kalmıştık ama fena değildik hani.
Kontroller için arabamı Haktan'a bıraktığımdan dolayı evden çıkıp kapıda bekleyen taksiye bindim. Özal abi direkt selam verdi.
"Ferhat, nasılsın koçum?" Uzattığı yumruğuna yumruğumu vurup kemerimi taktım.
"Nasıl olalım be abi karı kız." Taksiyi çalıştırıp sürmeye başladığında babacan bir tavırla güldü. Özal abiyle taksi durağından çağırdığımız her aracın onun çıkması vesilesi ile tanışmıştık. Ve ben adamla sohbeti kurunca tüm durak Haktan'ın tamirhanesine gelmeye başlamıştı. Şimdi de bakım için oraya gidiyordu, arada beni de bırakmış olacaktı.
"Bak na buraya yazıyorum-" parmağını yalar gibi yaptıktan sonra direksiyona sürdü.
"Karşına öyle biri çıkacak ki apışıp kalacaksın oğlum. Daldan dala konarken dikkat et dal sana girmesin." Kendi esprisine kendi gülerken ayıp olmasın diye bende güldüm.
Gel de bu pala bıyıklı, göbekli, ve duble ülkücü olan abime gay olduğumu açıkla. Dikiz aynasına takılı olan bozkurta bakıp yutkundum. Sanırım açıklamasam daha iyi. Hiç ülkücü dayağı yemedim ama Özal abi çok kavgamıza geldi. Eli ağır vesselam.
"Öyle kız biraz zor be abi. Hem önümde çeşit çeşit meyve var. Neden her gün çilek yiyeyim ki?" Özal abi bilmiş bir eda ile iç çekip sola kırdı.
"Bende Nazife'm ile tanışmadan önce senin gibiydim. Yere bakan yürek yakandım. O zaman göbek de yok tabi filinta gibiyiz." Gülerek araya girdim.
"Sen hala filinta gibisin abim." Bana hadi lan oradan bakışı atıp tek eliyle direksiyonu çevirmeye devam etti.
"Sonra bir gün Nazife'mle denk geldik. Hiç tahmin etmezdim onunla birlikte olacağımızı. İkimizinde birbirimizde gözü yoktu arkadaş gibiydik. Sohbet eder, gezer, eğlenirdik. Sonra bir gün bunun yanında bir lavuk gördüm. İçime kor düştü sanki. O an ölmek istedim. Sonra oturdum düşündüm. Ben ona vurulalı çok olmuştu. Yengen o kadar güzeldi ki onun güzelliğini kendime layık görememiş arkadaş diyip geçmiştim. Ama aşık olalı çok olmuştu." Maziye dalıp gitmesi ile sesi daha duygulu çıkarken camı aralayıp bir sigara yaktım.
"Bekledim onu. O lavuk ile fazla sürmedi zaten sonra bir deli cesareti açılıverdim ona. Beni kabul ettiği gün dünyalar benim oldu. Senin her gün yenir mi dediğin o çilek her gün farklı bir tat verdi bana. Hala da verir. Na kanıtım da burada." Boşta ki eliyle göbeğini tutup salladığında beraber güldük.