6.BÖLÜM - GERÇEK KİMLİK

56 3 0
                                    

Düşünüyordum... Saatlerdir Serra'nın anlattıklarını sindirmeye çalışıyordum. Fakat beynim bunu idrak edemiyor ve bedenim onca gerçekliğin acımasızlığı karşısında direnmeye devam ediyordu.

Serra sadece adını bildiğim bir Asyalı kadın sayesinde o lanet olası insanların elinden kurtulmuştu. Akira... Evet ona bir teşekkür borçluyum. Bu hayattaki tek gerçek akrabam olan kardeşimi bana bağışlamıştı.

Meğer hayatım bir yalandan ibaretmiş. Toz pembe hayallerle kurulmuş, hayatın tüm gerçek ve iğrenç yüzünü geri plana atmış fakat bir gün her şeyin ortaya çıkacağından habersiz.

Masum, saf, çocuksu düşüncelerimden sıyrılalı yıllar oluyor. Belki de hayatımdaki bilinmezlikleri o geceden sonra öğrenseydim yaşamıma son verirdim. Ancak o zayıf, güçsüz ve hayalperest küçük kız yok olmuştu. Onun yerine acımasız, kendinden başka kimseye güvenmeyen, menfaatçi bir yaratık gelmişti.

Kendimi insanlardan o kadar çok soyutlamıştım ki neredeyse unutmuştum insani duyguları. Sevgi, dostluk, aşk, mutluluk... Tek bir duygu hakimdi o geceden sonra bana. HÜZÜN. O da fazla uzun sürmemişti, bir müddet sonra tesir etmemeye başladı.

Aslında gerçek kimliğimi öğrendiğim bu gece bir kez daha inanmıştım insan dışı bir varlık olduğuma. Yıllardır beynimi kemiren o soruların cevabını almıştım şimdi! Daha mı iyiydi peki? Hayır daha da kötüleştirmişti bu durum her şeyi. İnsanlığın belki de en büyük bir yıkımı öğrenmişti bugün benliğini. Yıllardır kendisinde farkedemediği gücün vücudunun her bir hücresinde olan varlığını hissedebiliyordu artık.

Merak ettiği tüm soruları sorgulanmış ve korkunç cevaplar alınmıştı. Tek gayesi elinden alınmış ve artık hedefe kitlenmişti. Hedef ne miydi ??

-Elbetteki önce yapılanların hesabı sorulacak! Kendilerini bu hale sokan insanlıktan ayrı yeni ve cani bir türün oluşmasını sağlayan insanın kendi düşmanı olan İNSAN cezalandırılacak!

-Ve son olarak oluşturulan bu tür ortadan kaldırılacak! Bu türün tek denekleri olan ben ve kardeşim...

Serra bunlardan habersiz... Tek dileği intikam! Kaybettiğimiz üvey anne ve babamız, yaşayamadığmız çocukluğumuz, birbirimizden ayrı geçen zamanlar... Tüm işkence ve acıya maruz kalmış biyolojik annemiz!

FERİDE

Feride... O akşam yine türlü mazeretlerle patronu Semra Hanım'ın emriyle çalıştığı tekstil fabrikasında mesaiye kalmıştı. Neyse ki Semra Hanım'ın verdiği işi el çabukluğuyla kısa sürede bitirmiş otobüs durağına doğru yola koyulmuştu. Yolda ilerlerken arkasından bir ses gelmişti fakat o bunu kedidir diyerek önemsemeyip hızına hız katıp otobüs durağı yolunda yürümeye devam etmişti.

Arkasından bir el onu saçlarından tutup yere savurduğunda o anın vermiş olduğu şaşkınlıkla bir süre ne yapacağını bilemedi. Şaşkınlık hissi yerini korkuya bıraktığında ise avazı çıktığı kadar bağırıp yardım diledi etraftan. Ne yazık ki sesini duyuramadan adam ağzını Feride'nin başından düşen eşarpla bağlamıştı. Sonrası ise Feride için utanç dolu anlardı...

Hayatın tüm acımasızlığıyla gözler önüne serildiği bu anlar bir çocuğun daha hayallerini yitirmesine sebep olmuştu. Feride henüz 16 yaşındaydı. Yaşıtları gibi okula gitmek yerine o ilkokuldan sonra çalışmayı tercih etmişti. Feride'nin bu seçiminde elbette ki ailevi sebepler etkiliydi. Trafik kazası sonucu babasını çok küçük yaştayken kaybetmişti. Annesi eşini kaybettiğinde genç yaşta olmasına rağmen tekrardan evlenmemiş tüm teklifleri reddetmişti. Namusuyla çalışarak, helal para kazanıp kızını büyütmüştü. Gün gelmiş temizliğe gitmiş gün gelmiş örgü yapıp satmıştı. Fakat hiçbir zaman yılmamış kızını büyütme kararından vazgeçmemişti. Nitekim bu durum sağlığındayken hep böyleydi.

Feride'nin annesi Zeliha Hanım her zamanki gibi temizliğe gitmek üzere evinden çıkmıştı. Kalabalık yolda ilerlerken bir yandan da işten sonra Feride'nin okuluna gidip kızının okuldaki durumu hakkında öğretmenlerinden bilgi alacağı için heyecanlıydı. Babası kendisini ilkokuldan sonra okula göndermemiş, kız kısmının annesinden ev işi öğrenmesi gerektiğini söylemişti. Okuldan ayrıldıktan bir müddet sonra da rahmetli eşi Ferhan Bey'le evlenmişti. Okumayı seviyordu ve çok istiyordu fakat ne yaparsa yapsın bu durumun değişmeyeceğini bildiğinden direterek kendisi için durumu daha fazla zorlaştırmadan babasının bu kararına boyun eğmişti. Hem Ferhan Bey'le evlendikten sonra da hiçbir zaman bu durumdan şikayetçi olmamıştı. Çünkü Ferhan Bey her zaman kendisine karşı sevgi ve saygı doluydu. Bu nedenle bazenleri iyi ki de babasının kendisini okutmadığını ve kendisini bu adamla evlendirdiğini düşünürdü.

Zeliha Hanım eşini çok severdi. Lakin o vahim kaza olmuş ve eşini kaybetmişti. Yıllarca merhumun yasını tutmuş onun için dualar okumuştu. Hiçbir zaman yılmamış hayatına kaldığı yerden kızıyla birlikte devam etmişti. Zeliha Hanım bunları düşünüp maziye doğru yol almışken bir anda görüşü bulanıklaşmış, nefesi kesikleşmiş, yer ayaklarının altında kaymaya başlamıştı. Sonra ise zihni boşalmış, zaman, mekan kavramını yitirmişti. En son duyduğu ise bir bayanın etraftan yardım çağrısında bulunmasıydı. O an yaslandığı beden de o sesin sahibine aitti.

Zeliha Hanım gözlerini açtığında beyaz rengin hakim olduğu bir hastane odasındaydı. Yanı başında Feridesi ağlamaktan gözleri kızarık bir şekilde elini tutmuş kendisine bakıyordu. Annesinin kendisine gelmiş olmasından memnun, acı bir tebessümle annesini izliyordu. Zeliha Hanım hastaydı... Hastalığının sebebi bilinmiyordu. Doktorlar her ne kadar araştırsalar da o zamanın teknolojisi ve imkânlarıyla bir neticeye ulaşamıyorlardı. Ellerinden sadece Zeliha Hanım'ın kalan ömründeki acısını dindirmek geliyordu. Ki bunun bile ne derece ve nereye ladar işe yarayacağını bilmiyorlardı.

Feride annesinin hastalığını öğrendikten sonra okulu bıraktı. Evin ve annesinin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çalışması gerekiyordu. Bugüne kadar annesi ona bakmıştı, şimdi de o annesine bakacaktı.

Şüphesiz bakıyordu da...

---------------

GEÇMİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin