&Gözlerimi sıkıca yumdum. Bu dünyadan kaçma şeklim uyumaktı, ancak Tanrı bana o kadar sinirliydi ki bunu yapmama bile izin vermiyordu. Saat neredeyse sabah altı idi, ve ben Tom beni salonun ortasında bırakıp gittiği andan beri uyumaya çalışıyordum. Daha fazla ağlamamak için, kalbimin daha fazla acımaması için. Başarısızdım. Kalbim hiç olmadığı kadar sızlıyor, gözyaşlarım gözlerim kapalı olsa bile yanaklarımdan akıyordu. Onu silemiyordum, lanet olsun, onu silmek istemiyordum. Gözlerimi geri açtım ve yorganı üzerimden tekmeleyerek attım. Sabah olduğuna göre artık gidip o lanet zarfı açabilirdim. Ayaklarımı soğuk parke ile buluşturduğumda bütün vücuduma bir ürperme geldi. Salona doğru yürümeye başladım. Her adımla sinir kat seviyem biraz daha yükseliyordu. Her adımla ondan bir tık daha nefret ediyordum. Salona vardığımda gözlerimi bir süre sehpanın üzerindeki zarfta tuttum. Bir yanım zarfı açmadan çöpe atmamı bana şeytani bir dille fısıldarken, diğer yanım zarfı hemen açmam için yanıp tutuşuyordu. Alt dudağımı ısırdım ve derin bir nefes alarak zarfı elime aldım. Zarif, pudra rengi bir zarftı. Etrafında beyaz işlemeler mevcuttu. Parmak uçlarımı bir süre zarfın üzerinde gezdirdim. Içinde ne olduğunun bir anlamı var mıydı? Bunca zaman doğru şeyi yapması için onu bekledikten ve o yine de yanlış seçimi yaptığından sonra bir anlamı var mıydı?
Yoktu.
Zarfı sehpanın üzerine geri bırakarak kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Çenem kasılmış bir haldeydi, damarlarımdaki kanın her damlası öfke ile kaynıyordu. Bunu umursamamaya çalışarak kendime çay koydum ve bir sandviç hazırladım. Mutfak tezgahının yanındaki sandalyeye oturup sandviçi yemeğe başlarken bir yandan da onu düşünüyordum. Düşünmek istemesem dahi aklımdaydı, elimde değildi. Aklımı başka şeyle meşgul etmeye çalışıyordum, televizyonu açmıştım mesela oradaki aptal sabah programını izlemeye çalışsam dahi olmuyordu. Dönüp dolaşıp her seferinde aklım yine lanet pedere gidiyordu. Lanet mavi gözlerine ve aptal gülümsemesine. Ve de güzel kalçasına.
Lanet olsun.
Sandviçi sinirle tabağa geri bırakıp derin bir nefes aldım. Bir pazar günü sabahı bunlarla uğraşmam saçmalıktı. Ancak onun için yanan tarafım beni zarfa doğru itiyordu. Ayağa kalktım bende, ayağa kalkıp zarfın olduğu sehpaya doğru ilerledim. Pudra rengi zarfı alarak açtım ve derin bir nefes alarak içindeki küçük kağıdı çıkardım.
Akşam 5'de, Fairmont Empress otelinde benimle buluş.
Delirmiş gibi kahkaha atmamı işte bu cümle sağladı. Kağıt hala elimdeyken kahkaha atmaya devam ettim. Benimle dalga geçiyordu, bunun başka açıklaması olamazdı. Fairmont Empress oteli Tom ve müstakbel eşinin düğününün olduğu yerdi. Beni düğününe mi davet ediyordu? Gerçekten bu kadar mı hadsizdi? Kafam karmakarışık, duygularım daha beterdi. Kahkaha atmayı bırakıp koltuğa oturdum. Kağıdı tek elimle buruşturup kenara attığım sırada gözyaşlarım yuvalarından çıkmaya dünden hazır gibi akmaya başladı. Parmaklarımı yüzüme kapattığım sırada gözümün önüne onunla geçirdiğim her saniye gelmeye başladı. Her an. Bana baktığı, bana gülümsediği, bana dokunduğu her saniye zihnimi işgal etti. Nefes almam zorlaşıyordu sanki, kendi zihnimin içinde boğuluyordum. Sesinin tınısı kulaklarımda yankılanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE PRIEST ✟ Tom Hiddleston
Fanfic"Bu yaptıklarını Tanrı görse ne derdi?" Elleri belimi daha sıkı kavrarken derin bir nefes aldı. "Zaten görüyor, beni de korkutan bu ya. Beni durdurmuyor." ×××× Medea River Kanada'nın ufak kenti olan Victoria'ya taşınınca hayatına yön verecek ateş...