&"Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu." Derin bir nefes aldım ve okumaya devam ettim. Pederin bana verdiği İncili okumaya başlarken dine ne kadar uzak olduğumu düşünmüyordum, şimdi ise... durum vahimdi. O gece birer bira daha içmiş ve sohbet etmiştik. Bana İncili okuduktan sonra bir sorum olursa saati önemsemeden gelip sormamı söylemişti. Ancak ilişkimiz açısından hiçbir şey olmadı, bana ufak bir pencere açsa ben oraya balkon inşaa etmeye hazırdım. Ancak onu bile yapmıyordu. Bende onun dilinden ilerlemeye karar verdim, İncili okuyacaktım. Şuan da yaptığım da buydu, işten geldiğim gibi balkonumdaki koltuklardan birine oturmuş ve Mayıs ayı rüzgarı yüzümü yalarken İncili okuyordum. Tom ile son konuşmamın üzerinden bir haftaya yakın bir süre geçmişti ve ben bu süreçte ondan daha fazla hoşlanmaya başlamıştım. Bu saçma bir duyguydu, ancak tüm benliğimle adamı istiyordum.
Saat akşam beşi gösteriyordu, güneş batmaya başlamıştı ama hala parlıyordu. Tenimi ısıtan güneş ışığı gülümsememi sağladı, Mayıs ayını seviyordum. Bunun etkisiyle bir yürüyüşe çıkmaya karar verdim, havanın yakacak sıcaklıkta olmadığı her günü değerlendirmem gerekiyordu. İncilin kapağını kapattım ve koltuğa bıraktım. Üzerimdekilere şöyle bir göz attım, kot bir şort beyaz bir tişört ve kırmızı oduncu gömleğim ile çiftlikte çalışanlara benziyordum. Ancak bunu umursamadan balkondan çıktım ve kapıya doğru ilerledim. Ayaklarıma beyaz spor ayakkabılarımı geçirerek anahtarımı ve telefonumu aldım ardından kapıdan çıktım. Merdivenlerden aşağıya inerken Incilde okuduğum şeyleri aklımda çeviriyordum. Belki de ben yanlış düşünüyordum, belki de din o kadar da saçma değildi. Ancak İncilin değişime uğradığını biliyordum, o zamanın insanları kendi çıkarlarına ne gelecekse yazmışlardı. Peki bunları bile bile nasıl bir kitap üzerinden hareket edebilirdim ki? Dünyanın gerçekten de yedi günde varolduğuna nasıl inanabilirdim?
Bu düşünceler ile boğuşurken apartman kapısına varmıştım. Derin bir nefes aldım ve kapıyı açarak kendimi Victoria'nın ılık akşamına attım.
"Medea!" Irkilerek sesin geldiği yöne doğru döndüm. Aman tanrım. Tom üzerindeki beyaz tişört ve siyah şortu sırılsıklam iken bahçedeki çimlerin ortasında duruyor ve gülümseyerek bana el sallıyordu. Islak beyaz tişörtü vücudunu belli ediyordu. Elimde olmadan gözlerim yapılı göğsü ve karın kaslarına kaydı, bu kadar ateşli olması gerçekten yasak olmalıydı. Yutkundum. O ıslaktı, bende ıslaktım ama farklı anlamda.
"Tom, selam." Dedim gülümsemeye çalışarak, Tanrım eğer varsan şuan benim kendime hakim olmama yardım et. Tacizden tutuklanmak istemiyorum.
"Nasılsın?" Dedi uzun parmaklarını saçlarının arasına geçirirken. Çok kötü hayaller kurmaya başlamıştım, bu hayallerin başrolü ise Tom'un parmaklarıydı.
"Teşekkür ederim iyiyim, sen?" Dedim bana doğru yaklaşmasını izlerken.
"Iyiyim bende. Verdiğim kitabı okuyor musun?" Gülümsedim ve başımı olumlu anlamda salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE PRIEST ✟ Tom Hiddleston
Fiksi Penggemar"Bu yaptıklarını Tanrı görse ne derdi?" Elleri belimi daha sıkı kavrarken derin bir nefes aldı. "Zaten görüyor, beni de korkutan bu ya. Beni durdurmuyor." ×××× Medea River Kanada'nın ufak kenti olan Victoria'ya taşınınca hayatına yön verecek ateş...