Bir tarafım hep bomboş hissetti.
Yalnızlık.
Yabancılık.
Üzgünlük.
Diğeri tarafımsa hep bir kişiyi hissetti, diğer yarımı, biricik ikiz kardeşimi.
Yaşadığımız bu ev artık bizi sıkmaya başlıyordu. Bu aile, bu insanlar çok zalimdi. Yanında yaşadığımız aile, birbirlerine karşı çok samimi olan bu aile, bize karşı taş yürekliydi.
Hanımım hep kendi çocuklarını çok severdi, neden sevmesin ki? Kendi kanından, kendi canından çocukları sonuçta, mecburiyetten bile olsa onları sevmeli. Ya biz?
Biz kimdik?
Sadece isimleri belli olan iki yetimiz biz. Acıyıp sokaktan buldukları çocuklarız biz, neden sevsinler ki? Bu evdeki konumumuz bile belli.
Dışarıda ailesi ile birlikte vakit geçiren, kardeşleriyle birlikte oyunlar oynayıp eğlenen çocukları hep kıskandım. Böyle konularda kıskançtım. Hep onlara imrendim.
Benimde kardeşim vardı, canımdan çok sevdiğim kardeşim. Ama onunla hiç oyunlar oynayıp eğlenememiştim, hiç sevinçten ağlamamış ve hiç kardeşime doğum günü hediyesi alamamıştım. Doğum günümüzün ne zaman olduğunu bile bilmiyorduk, sadece hanımımız kendisi bir doğum günü zamanı uydurmuştu.
Bütün kardeşlerin birbiriyle fotoğrafları olurdu, değil mi? Peki ya bizim neden yoktu? Biz de kardeştik, biz ikizdik ama bir fotoğrafımız bile yoktu.
Her zaman bir aileye sahip olmanın nasıl bir his olduğunu merak etmiştik. Bir kere bile hissedemediğimiz o kucak, bir kere bile duyamadığımız sevgi dolu olan o ses. Bütün bunlar hiçbir zaman hayatımızın bir parçası olmadı. Bunlar sadece masallarda karşımıza çıkan şeylerdi. Muhtemelen böyle şeylere hiçbir zaman sahip olmayacaktık.
Hiçbir zaman.
Aynı kıyafetleri yıllarca giymemizde bir sorun yoktu. Çünkü kıyafetlerimizdeki yırtıkları dikebilirdik. Kalbimizdeki yaraları dikerek düzeltmeye çalışamazdık. Bu yarayı düzeltebilecek olan tek şey, bir kere bile hissedemediğimiz sevgiydi.
Biz burada bir yüktük. Onlar bize eski kıyafetlerini verir, artık kalan yemeklerini veya küflenmiş ekmekleri yememizi isterlerdi. Daha doğrusu onlar yemek yememizi bile istemezlerdi, ama mecburiyetten verirlerdi. Bizi okula gönderirlerdi, sırf komşuların diline düşmemek için.
Bir köpekten daha kötü bir muamele görüyorduk, bu eski, soğuk odada sadece birbirimize sığınırdık. Yatak tek kişilikti ve sertti. Hep boynumuz veya sırtımız ağrırdı. Battaniye çok inceydi, üşüyorduk. Birbirimize sarılarak ısınmaya çalışıyorduk.
Evi temizlemek bizim sorumluluğumuzdaydı. Daha küçüktük, cılız ve güçsüzdük, buna rağmen ağır işler bize veriliyordu. Üstüne üstlük şiddete maruz kalıyorduk.
Hanımım Zühal hep güzellik salonlarında, veya eğlence mekanlarında olurdu. Kendisi piyano öğretmeniydi ama çalışmıyordu. Onun kocası Tahir bey hep kumar oynar, para kaybeder ve sinirini kendi ailesi hariç herşeyden çıkarırdı. Bazen gelir, hiç hak etmediğimiz şeyler söyler, bağırıp çağırır, hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp giderdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULANLAR
Novela Juvenil"Neden bu kadar ısrar ediyorsunuz bayım? Lütfen bunun nedenini söyleyin," gülümsedi ve gözlerimize baktı. "Ailenizi hiç merak etmediniz mi?" Ansızın gelen soruyla titredim, yüzümdeki ifade nasıl bir hâl aldı bilmiyorum ama bakışlarımın buz tuttuğun...