Ay kızıllığı ile en tepede yükselirken,
Bir kuyruklu yıldız daha düşecek yer yüzüne.
İşte o zaman gelmiş olacaksın.
Senin uyanışın, benim kurtuluşum olacak.
Bul onları Riwar, bul onları.
Saklı olanı bul.
Parlayacak olanı bul.
Eve dönüş yolunda kollarımı göğsümün altında birleştirip kendimi yakıcı soğuğa karşı korumaya çalışıyordum. Bugün daha önce hiç yaşamadığım hisleri yaşamıştım. Her yaşanılan his, her duyulan ses, her gördüğün yüz, bir insanda kendisinin bile fark edemeyeceği değişimlere sebep olabilir. Bugün tam olarak hayatımın bu değişimlere gebe olduğu dönemindeydim. Hayatın sürprizleri, hiç beklemediğin an sana varlığını acımasızca kanıtlayan bir düşman gibiydi.
Davier ile bar kapısından son kez bakışıp ayrılmamızdan beri aklım bir şekilde onun üzerimde bıraktığı etkideydi. Bugünün akşamını barda geçirirken hiç bu kadar garip birisi ile tanışacağımı düşünmüyordum. Kafa dağıtıp, en fazla ne olabilir ki? Diye gittiğim bardan daha karmaşık bir halde geri dönmüştüm.
Derin bir nefes alıp buz gibi havayı içime çekerken, dışarı çıkan nefesim soğuk hava ile birleşince büyük bir duman olup havada süzülüyordu. Apartmanımda son birkaç adım kala yine bir şeyler beni geri itiyormuş, eve girmek istemiyormuşum gibi bir hisse kapılmıştım. Bu his özellikle son yıllardır sürekli olarak zihnimi meşgul ediyordu. Birkaç kez taşınmayı düşünmüştüm fakat ne bütçeme uygun ev ne de bütçemin yettiği güzel bir bulabilmiştim. Aidiyetsizlik hissi nereye gidersem gideyim hep peşimde olacaktı. Bu gerçek, sanırım ölene kadar hep benimle kalacaktı. Ölümden sonrasını bilmediğim için de yine bir şekilde ne ruhumu ne de bedenimi bir yere sığdırabiliyordum.
Apartmanıma son birkaç adım kala istemsizce durdum ve arkama baktım. New York sokaklarında geceleri sokakların çok güvenli olmamasının yanı sıra birisinin beni izlediği hissine kapılmıştım. Geriye doğru korkarak bakarak her yeri gözlerimle taradım. Herhangi bir ses veya tehdit oluşturacak kimse yoktu. Bir çift kol kola gülüşerek geliyordu. Arkadan da bir arkadaş grubu sarhoş bir şekilde şarkılar söylüyordu. Sokak lambasının ışığının altında evsiz bir kadın oturuyordu.
Caddeler hep bildiğim, gördüğüm gibiydi. Güvenliğimden emin olduktan sonra yeniden kollarımı göğsümün altında kavuşturup daha hızlı adımlarla apartmanıma doğru yürümeye başladım. Her ne kadar sokaklardaki insanların sıradanlığını görmüş olsam da hala içimden izlendiğim hissini atamıyordum. Nihayet apartmanın kapısına geldiğimde merdivenlerin basamaklarını ikişer ikişer çıkmaya başladım.Dairemin kapısına gelip çantamdan anahtarı ararken kulaklarım ve dikkatim apartmanın giriş kapısındandı. Eğer açılırsa muhtemel bir tehdidi önceden hissetmiş olabilir ve ona göre önlem alabilirdim.
Herhangi bir ses duymadan dairemin kapısını açıp kendimi can havli ile içeri attım. Normal zamanda böyle paranoyalara pek takılmazdım ama bugün yaşadığım farklı tecrübeler her ne ise en ufak şeyden şüphelenmemi sağlıyordu.
İçerde ağır bir şekilde votka kokusunu almaya başladığım an dairemde, güvende olduğumu anlamıştım. Kapıyı arkamdan kapatıp kilitledikten sonra salondaki koltuğa doğru ilerledim. Yarın müzeye gitmeliydim John muhtemelen birçok parçayı birleştirmiş ve bana anlatmak için sabırsızlanıyordu. Ona karşın elimde hiçbir veri yoktu. Gördüğüm rüyanın etkisinden kurtulamadığım için bulunan sembol hakkında yeter kadar araştırma yapamamıştım. Ayaklarımı salonun ortasında duran sehpanın üzerine uzatıp kafamı geriye doğru attım. ''Ne lanet bir geceydi!''
Davier. Nereden çıkmıştı bu yabancı? Geçmişte birçok kez barda insanlarla tanışmış, onlarla derin sohbetler etmiş ve bir daha asla görmemiştim. Ancak bu kez, nedeni bilinmez, onu aklımdan çıkaramıyordum. Gözlerimi istemsizce kapatıp onun burnuma gelen kokusunu hatırladım. Güçlü kollarının arasında güvenle salındığım anları zihnimde canlandırdım. Her kimse insanlar üzerinde tesiri büyüktü. Kim bilir hayatı ne çok kızla, barlarda veya kulüplerde geçmiştir. Uzun bir nefes dışarı verip kendimi koltuktan güç bela kaldırdım. Alkolün etkisi kısmen geçmişti. Üzerimdekileri banyonun kapısına atıp iç çamaşırlarımla yatağa kendimi attım. Yarın beni uzun bir gün bekliyordu. Aklıma müzenin işleri gelince yüzümü buruşturdum. Bugün beni meşgul eden şeyleri bir kenara bırakıp uzun bir uyku çekmek istiyordum.
Yarın John ile müzede uzun bir gün beni bekliyordu. Hem kazılardan yeni gelen kalıntıları inceleyecektik hem de diğer insanlara çaktırmadan John'a verilen sembolü araştıracaktık. Bu süreci müzede nasıl gizli yürütecektik hiçbir fikrim yoktu. Bu hafta müzeye yeni getirilen kalıntılar hakkında alanında uzman bir Arkeolog, George Washington Üniversitesi Arkeoloji bölümü ile ortak bir şekilde yürütülen bir konferans vereceklerdi.
Uzun bir geceyi atlatmışken, yarın daha uzun bir gün beni bekliyordu. Aklıma istemsizce Davier'in söylediği şey geliyordu. '' Kimilerinin dışında, kimilerinin içindedir. ''Hep böyle anlamı derin cümleler mi kurardı acaba? Yeniden aklıma Davier'in gelmesinden dolayı sinirlerim bozulmuştu fakat engel olamıyordum. Ensesinden aşağıya doğru siyah gömleğinin yakasının altına gizlenmiş bir iz vardı. Bir kaza sonucu olmamıştı dediğine göre ama yine de acı bir anının hatırası kalmış gibiydi.
Gözlerimi açıp kafamı hızlıca sağa sola salladım. Bu düşüncelerden sıyrılmam lazımdı çünkü yine istemsizce bir insanın analizini yapmaya başlamıştım. Görünmeyeni görmek her zaman beni cezbetmiştir.
Bir an olsun bu karmaşık duygu silsilesinden sıyrılmak için John'un çizdiği ve gösterdiği sembolleri düşünmeye başladım. Bu yöntem her zaman uykuya dalmadan önce yapmayı sevdiğim bir şeydi.
Antik dönemlerin başında semboller tek başına kullanılırken, daha sonralarda bazı uygarlıklar birçok sembolü iç içe geçirip anlamlarını daha güçlü bir şekilde yansıtsın diye kaydetmeye başlamışlar. Gücü sembolize eden bir sembolün, aşk sembolü ile birleştirilmesi genellikle birçok uygarlıkta evlilik törenlerinde aşkın gücünü, bağını ve kudretini temsil etmesi için birçok objeye işlenmiştir. Şu an gördüğüm sembol de tıpkı böyle bir semboldü.Parça parça birçok anlama sahipti ama bir bütün olarak resmedildiğinde yoruma oldukça kapalı görünüyordu ya da bana öyle geliyordu. Zihnim kapılarını bu sembole özgürce açmama konusunda bir inatlaşma yoluna gidiyordu ama direniyordum. Düğümleri çözümleme işi bana adeta doğuştan verilmiş bir hediye gibiydi. Çevremdeki herkes, iş arkadaşlarım bile dahil bana bunu söylerdi. Sembolü çözümleme yolunda daha fazla odaklandım. Nadir anlarda odaklanmak için kendimi bu kadar zorlardım. Gözlerimi kapatıp zihnimin içinden tüm parçaları birleştirmeye başladım. Değişim, dönüşüm, ölüm ve yeniden dünyaya gelme anlamları çıkıyordu. Bu sembolleri bir arada kullanmak oldukça farklı anlamlar çıkaracaktı. Yarın John'a bu sembolden çıkardığım sonuçları bahsetsem iyi olacaktı aksi takdirde içinden çıkılması oldukça güç bir durum olmaya başlamıştı. Antik dünyalar hep bir sır perdesiydi. Kim bilir, belki o perdeyi aralamak bizim sonumuzu getireceği için, bir şeyleri öğrenmememiz ve bilmememiz gerekiyordu. Belki o insanlar bizden çok büyük bir şeyi saklamak için her şeyi gömüp, bu dünyadan bir sonraki nesile hiçbir şey bırakmadan çekip gittiler. Tüm bu düşüncelerin içinde ağır ağır gözlerim kapanmaya başlamıştı. Yarının yepyeni bir gün olması ve bana bugünü unutturması umuduyla göz kapaklarımın ağırlaşmasına izin verdim. Gece lambamı kapatıp huzursuz bir uykuya daldım.
Gözlerimi açana kadar zihnimin önünden gelip geçen semboller ve yine gizemli sesler ile dolu rüyalar görmüştüm. Uykuda olduğum süre sanki hiç olmamış hep bilincim açık şekilde hala bıraktığım gibi ilerlemiş gibiydim. Bedenimin üzerinden adeta kamyon geçmiş gibiydi. Hem yorgun hem de oldukça susamıştım. Gece boyu alkol aldığım zamanlar mutlaka bu şekilde uyanıyordum. Yavaşça yataktan doğrulurken göz ucuyla saate bakmıştım. ''Olamaz!''
Müzede neredeyse öğlen yemeği vakti gelmişti ve ben yeni uyanıyordum. Dolabın önüne yıkılmış kıyafetlerden ne bulursam alıp hızlı bir şekilde giyinip evden dışarı kendimi attığımda ise yine yağmurlu bir havaya yakalanmıştım. Yol boyu sırılsıklam olmamak için binaların altında yürümeye özen gösteriyordum. Koşar adımlarla müzenin yürüme mesafesinde olmasına adeta şükrediyordum.
Müzeye vardığımda ise beni ilk karşılayan John olmuştu. ''Nerede kaldın Ocean!'' Ses tonundan anladığım kadarı ile gecikmem büyük sorun yaratmıştı. Koluma çevik bir şekilde girip beni hızlıca ortak alana doğru götürürken, ''Uzman Arkeolog geldi. Bizimle konuşmak istiyor. Seni beklerken adamı oyalamak için birçok şey denedim.'' Sırılsıklam olmuş ceketimi çıkarıp askıya astım. ''Dün gece biraz zor geçti. Sabah güçlükle uyanabildim. Normalde hiç böyle olmazdı sen de biliyorsun. Başka birisi sorun çıkardı mı?'' John burnunun üzerine düşen gözlüklerini yukarıya doğru kaldırdı. Gözü hep kapıdaydı ve sessiz konuşuyordu. ''Başka bir sorun olmadı ama bu konferansa gelen Arkeolog biraz ciddi bir adam. Bir an önce bizimle kalıntılar ile ilgili konferanstan toplantı yapmak istiyor.''
Birkaç adım daha atıp yanıma yaklaştı. ''Dün gece neler olduğunu sonra konuşuruz. Önce şu adamı halletmemiz gerek. Yoksa patron bize çatacak.'' Yeni gelen Arkeolog her kimse John'u bile bu kadar korkuttuysa eminim sinir bozucu biri çıkacaktı. Konferans başlayana kadar bizi epey bir zorlayacağı kesindi. Dağınık ve ıslanmış saçlarımı bir miktar düzene sokmaya çalıştım. ''Hadi o zaman gidip şu adamı beraber alt edelim'' John yüzüne yerleştirdiği yarım gülümseme ile yanımda yürümeye başladı. John ile ikimizin paylaştığı küçük bir odamız vardı. Oraya geçip adamın gelmesini beklemeye başladık. O arada gün boyu kullanacağımız kitapları ve kağıtları düzene sokmaya çalışırken kapının çalınması ile ikimizin de bakışları doğrudan kapıya yönelmişti. Yavaşça tıklatılıp bir süre sonra kapının ağır şekilde açılmasıyla içeriye uzun boylu simsiyah takım elbiseli bir adam gelmişti. Bakışları John'dan önce direkt bana yönelmişti. Gözlerine baktığım an, anlamıştım ama açıklanamazdı. Böylesi bir şey açıklamak için yüzyıllar boyunca yaşamam gerekiyordu.
Dünyaya birçok kez gelmiş, ama hiçbir ömrümde bulamamıştım sanki. Birçok hayat yaşamış ama hiçbir zaman aradığımı bulamamışım gibiydi. Baktığımda yıkımı ve yükselmeyi andırıyordu ama bana geçmişimden acı bir parça gibiydi. Uzun bir hayat yaşamamıştım. Ancak uzun bir geçmişim olmuş gibiydi. Yaşadığım hayatlar içinde hep bu zamanı beklemiş gibiydim. Tanıyordum, ama kaçmam gerekiyormuş gibiydi. Geçmişte birçok kez bu dünyaya gelmiş, onu aramış, ama bulamamışım gibiydi.
Gözlerimi ona doğru dikmiş bakarken, zihnimden geçen görüntüler ve kalbimden geçen hisler bu adamı tanıdığımın sinyallerini bana veriyordu. Anlamsızdı tabii ama bu adamı yüzyıllardır tanıyor gibiydim. Yüzyıllardır onu arıyor gibiydim. Ellerimde düzenlemeye çalıştığım kitaplar dururken bu yıkıcı sessizliği bozdu, ''Merhaba ben Michlaud.''Herkese merhabaaa!
* Mitolojik, tarihi ve parapsikolojik bilgiler paylaştığım blog sayfam için beni @aylindeyiz adlı hesabımdan takip edebilirsiniz!
* Aynı zamanda yazarlığını kendi yaptığım kişisel Web Sitem https://aylinkizildag.com.tr/ ziyaret edebilirsiniz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALVEA (KİTAP OLUYOR)
Viễn tưởng''Koştum, günlerce koştum Alvea. Göğe bakıp Aztlan'ı buldum, Denizden vardım Panotlan'ı buldum, Turnaları izledim Ay Gölü'nü buldum, Kanımı denize döktüm Alvea, seni görmeyi umdum. Beyaz Turnalar Ülkesinin En Güzel Kızı, Ben Geldim. Yüzyıllardır s...