-1-

341 111 308
                                    


Bir yıl.

Sensiz geçirdiğim, saymak istemediğim günlerin yığını.

Sensiz geçireceğim yılların başı.

Bir yıl.

Sürükleniyorum uzaklara uzaklara dünlerden.

Ve çekmiyor ellerini üzerimden kaçamadığım yarınlar.

Çağırıyor hatıralar beni geriye, hep geriye. Dönüyorum onlara heyecanla zihnimde. Hatırlıyorum. Görüyorum. Hissediyorum. Sonra gözlerimi açıyorum yüzümdeki o gülümseme ile. Bakıyorum etrafıma belki bir sanrı neşemi canlı tutar diye. Ama o tatlı karanlıkta kalıyorsun sen. Mutluluğun rengi soluyor gözlerimde yeniden.

Ama şu kalem, şu an elimde tuttuğum. Onun varlığı benim meçhule tek avuntum. Bugüne kadar kaç kağıda onu sürtüp yaktım canını bilir misin? Bugüne kadar kaç kağıda sığındığımı? Hiçbirisi pes, demedi. Yeter, demedi. Git, demedi. Ya bir harf ya da koca bir hayat, ne taşıdıysa vazgeçmedi hiçbirisi. Sonra izledim sessizce. Her birinin öylece yanıp küle dönmesini.

Çünkü sen onları istemedin.

Yeter, dedin.

Git, dedin.

İktirdin beni iki yılın ucundan sonsuz bir karanlığa.

Ama yine de yazacağım, biliyorum. Gözlerim durduğunda da bir yerlere akmalı bu keder çizgisi. İstemiyorsun, biliyorum. Ne benden bir söz ne de yeniden sana dönen bir göz. Ama yine de yazacağım. İlk defa, bugün, senin için yazacağım. Daha tek harfini görmeden yırtıp atsan da yazacağım. Okumanı beklemiyorum. Yazmanı beklemiyorum. Sadece solmasın istiyorum öksüz bir unutmabeni.

***

Çiçekler vardı etrafımızda

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Çiçekler vardı etrafımızda. Sahiplerinin üzerinde çürümeye bırakılan çiçekler. Hatırlıyor musun o kış gününü? Hatırlamazsın. O günü hatırlasan bile beni hatırlamazsın. Ama ben de oradaydım. Uzaktaydım. Belki gözlerinin ucunda belki daha da uzakta. Seninle ilk karşılaştığım günü sorsam, ne anlatırsın bana? Yanlış olduğunu bilsem bile dinlerim. Her bir kelimeni, her bir detayını sakince dinlerim. Gerçekten, seni gerçekten ilk görüşümü anlatır mıydım olsan karşımda? Bir aşkın bir ölüm ile doğduğunu anlatabilir miydim?


Merhabaların değil elvedaların noktasında.


Mezarlıkta.


Şimdi hatırladın mı? O siyah figürlerin arasında bir tanesi olduğunu? Ya beni? Benim de onlardan biri olduğumu? Sen, ben, hepimiz. Düşen beyaz taneciklerin arasında buhar olup gidiyordu nefesimiz. Üşümekten miydi sıkıntımız yoksa artık üşüyemeyenden mi? Ama sen öyle değildin ki. Titremiyordun. Ağlamıyordun. Bakabiliyordun için ezilmeden o tabuta. Ben? Ben oradaydım seninle aynı sebepten. Belki yakındık onun bedenine ama ruhundan uzaktık. Yerinden kalkıp baksa anımsayamayacağı iki uzak sima.


Sen de uzaktın bana ilk başta. Gözlerime ilk yansıman. Ama yeterli oldu o bakış ile zihnime kazınman. Uzaktın. Uzak kalmalıydın o anda. Ama ne kadar kızsam da kendime dinletemedim, dinletemedim. Gözlerimi çevirdim. Seni görmek istemedim. Belki o söz doğrudur dedim. Ama gönülden giren gözden ırak olsa ne olur? Sen yerine o yorgun, kırağı servilere baksam ne olur? O ürperten sıcağa kalkan tutmak ne işe yaradı? Paramparça ettin oradaki donuk toprak gibi, olmadı işte olmadı.


Ve ben seni kimseye soramadım. Gözlerimden ırak kaldığında sokak sokak arayamadım. Döndüğümde kendi dört duvarlı mezarıma, huzur içinde uyuyamadım.


Utandım.


Hatırladım. O siyah figürlerin arasında bir tanesi olduğunu. Kendimi. Benim de onlardan birisi olduğumu. Beni, seni, hepimizi... İnanamadım. Ölümle, elemle kara oraya bir can damlası kondurabildiğime inanamadım. Yitik anılar kütüphanesinden elimde yeni bir defterle çıktığıma inanamadım. Ne kadar yıkasam da elimi, ilk sayfanın kalem izini çıkaramadım. Kızma bana ya da bırak şaşırmayı. Ben zaten ettim kendime her hakareti ve ayıplamayı. Sus, dedim. Unut, dedim. Bir mezarlıkta, dedim. Olmaz, dedim. Heyhat! İnsanın kendine sözü, kulağına erişemiyormuş meğer. Sen, dedim seni düşünerek. Madem kapalıyım kendi sözlerime, o zaman seni dinleyeceğim.


Sen, ya da senin dudaklarına yerleştirdiğim sözcüklerle ben, kızdın bana. Çatık kaşlarınla azarladın beni aklıma düştüğün her anda. Ben farklıyım, dedin. "Kör müsün yoksa aptal mı? Anla işte anla!". Geceler boyu kararttım kendimi, sonunda bir güneş doğmasın diye. Heceler koyu sesleriyle boğdu beni, kalbime bir nefes varmasın diye - gerçek senin olduğu yere, bir an önce öl diye.


Kıyamadın kendine.


Sen farklıydın. Ben farklıydım. Mars ya da Venüs, hepsinin canı cehenneme. Seni bulmadım mı işte kendimle aynı alemde? Tek fark vardı aramızda, dört harf ve bir hece. Onun gölgesinde uzanıyordu bulanık bir nehir. Sağa sola sıçrayarak yakmaya çalışıyordu acı tadı. Yakınına gelene bir kırbaç gibi vuruyordu suları. Onun ardına saklamaktı seni, belki de açan güle zehir. Fakat şairler tutmuşlar kalemleri, nehirlere köprü olsun diye sözleri. Hür ol, dedin bana. Git uzaklara ve yıkılmayacak duvarların önünde durma, dedin. Hürce uçamadım sensiz, şiirler koparttı kanatlarımı.


Bir ses böldü seninkini. Bir düşman doğdu sana -bana!- inat. Ah fark, dedi. "Dört harf, bir hece. Ya doğabilir mi suskun bir dile? Dört harf, bir hece. Ya karşı durabilir mi asi bir kalbe? Dört harf, bir hece. Kuşan bir silgiyi, inat et onu yazan ellere. Dört harf, bir hece. Anla işte anla, fark dediğin dört harf bir hece!"


Fakat iki hece cevap verdi ona: sev-mek. Ardından sivri bir soru işareti aldı sonuna: ne hakla yeniden sevmek?

AşksiyahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin