-2-

217 90 275
                                    


Ne hakkım vardı yeniden sevmeye? Boyamayı gözlerimi toz pembeye? Kaç sevda görmüşse gözlerim, olmadı mı her biri yanaklarımdan akan kara kara damla? Kaç güneş görmüşse gözlerim, ezilmedi mi her biri gecenin karanlığında? Sen - bir sayı, bir anı. Olmayacak mıydın acı bir yıldız, soğuk Ay'ın yanında? Batmayacak mıydın keskin uçlarınla, gökyüzüme her baktığımda? Kıskanmayacak mıydım yine kuğuları, omuzuma tünemeyecek miydi yine Gecekuşu? Saplanmayacak mıydı tenime pençeleri? Sivri gagası fısıldamayacak mıydı kuru dallardan getirdiklerini?


Ret! Sevdalara hicviye. Ret! Mutluluğa methiye. Kovaladım sesini, sesimi neşekurak aklımdan. Küstüm o günün saniyelerine, edene kadar kalbimi lal. Sustu. Sessiz kaldı durgun günler boyunca. Sustu. Can yoktu sanki kırgın günlerde sürüklenen hayatımda. İnsan ürperir mi hiç, bir kelebeğin uçuşundan? Çiçeklerden tiksinir, bakmaya korkar mı aşağıya zihnindeki uçurumlardan? İşte! Dolaştım ayaklarımın yere değmeyeceği ağaçların altında günlerce. İşte, anladım işte - akıl deviriyorsa duyguların tahtını, aşk devirir insanın aklını.


Nil Nehri'nin eski sahipleri yılanı sevmezdi. Çünkü yılan karanlığı severdi. Her fırsatta bedenini güneşin etrafına dolar, onu boğmak isterdi. Fakat her seferinde bir kedi gelir, güneşi kurtarır ve yılanı yenerdi. Böylelikle güneş güler, gözler görürdü güzel günleri. Fakat benim güneşim gülemedi. Sönerek can çekişirken o yılanı yenemedi. Bedenimdeki kanayan pençe izlerinin de sahibiydi kara bir kedi.


Yatsam usulca serin bir mezarın içine, gözlerimi kapatsam. Uyanabilir miyim parlak mavi günlere? Doğsam yeni bir hayata, kadere. Yoksa dertlerim uzatır mı ellerini paslı bir küreğe? Yok, olmuyor ki saatleri bozmak bile geride bırakmaya 'şimdi' denen cehennemi. Yok olmuyor işte keder, ters düşüldüğünde kindar bir yüreğe!


Pes.


İşte sallıyorum beyaz bayrağı. Dikiliyor yeniden zihnime sevdanın köklü sancağı. Al, senin olsun toprağım da tahtım da. Tâcı olan sadece sen varsın artık hayatımda.


***


Ve işte gözlerimdesin yeniden.


Yoruldum. Seni aradım yollar boyunca. Sordum. Senin hatıranı kelimelere sığdırabildim sonunda. Utandım. Kelimelerin ardını ya birisi görürse diye. Ama yılmadım işte, bıkmadım. Senin kimliğine dair kim parça tutuyorsa zihninde, teker teker bulup uzattım soru işaretlerini, ucuna bir bilgi takılsın diye. Bir parça birinden, bir parça diğerinden. Buldum işte seni sonunda, karşımdasın tamamen.


Bir adım, sonra bir merhaba. Fakat taşıyamadım içimdeki çarpışan renkleri, güç bulamadım ayaklarımda. Halbuki ben değil miydim sen için bu bedeni hoyratça sürükleyen? Yolumun sonunda ölüm olsa bile, beklerim kıyameti ellerimde bir gül ile, diyen? O halde niye ben, ben niye takıldım heyecan denen bu engele? Yürümeyi yeniden öğreteceğim bu bedene o zaman, inat ederek heyecan denen o ele.


"Merhaba."


Titrek bir merhaba benden. Ürkek bir merakla cevap bekledim senden. Duyup çevirdiğinde yüzünü bu yana, ah, değdirmeye utandım gözlerimi senin tek bir noktana. Ama buğulu bir hatıra zannetme bu sözlerimi. Hatırlatayım eğer merak ettiysen kendini: Beyaz bir gömlektin sen, yakası kartlı. Siyah eteğinde ise yılların eskimişliği vardı. Özgürdü istediği gibi sarkmaya, yer yer yorgun telli saçların. Elinde ise yıllardır parmaklarına yar o mavi kalem vardı.


Ve bana ilk söylediğin söz, "Hoş geldiniz."


Cansız, ruhsuz, alışkanlıkla ortaya atılan bir hoş geldiniz.


Hoş! Konuştun ya benimle ilk kez, ilk kez sesini duydum ya, üzülmem artık asıl cansız ben olsam da. Hoş! Yaz doğdu işte poyrazında titreyeceğim günlere. Şimdi salınıyor takvim yaprakları ılık tatlı bir meltemle. Boşuna mıymış şimşeğiyle karardığım fırtınalar? Görsünler şimdi beni o hırçın koyu siyah dalgalar. Değmeyecek artık taşıdıkları tuz bu eski yaralara. Sen vurdun bir sözünle, toz pembe morfin o yaralara.


Sanki tutmuşum çocukluğumun ellerinden. O gösteriyor bana dünyayı, kendi gözleriyle yeniden. İnsan sevinir mi hiç, bir kelebeğin uçuşuna? Çiçeklerle konuşur, bakmaya doyamaz mı gönülşekil bulutlara? Kim gezebilmiş şu dünyada bizim gibi yarınsız ve cefasız? Kim güne bakan sarkacın elinden bir pamuk şeker tatmış? Söyle bana, sevgilim, o çocuğun elindeki şekeri kim düşürüp parçalamış?


Sen! Ve yanındaki o eril beden...


İşte! Bir damla mutluluk bile haram bana! En tatlı rüyalarım bile kabusa dönmeye mahkum işte! Kader diye yazılı şey alnımda, silinmeyen keder! Ancak mutlu olacağım kalınca devinimsiz ve sessizce!


Nasıl düşünemedim?


Bir ismin yazılı olabileceğini parmağından kalbine?


Dudaklarını sevgiyle gülümsemeye çevirdiğin biri olduğunu?


Bu kadar kör ve aptal olduğumu!


Söyle, nasıl düşünemedim?


Her mutluluğun bir cezası olduğunu.

AşksiyahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin