Aklımdaki tek şey gitmekti.
Savunma sistemim beni hep korktuğum kişilerden, yerlerden uzaklaştırırdı. O an gitmem gerekirdi, uzaklaşmam... Aksi halde o ortamda o kişilerle bulunmaya devam etmek bana ölüm gibi gelirdi. Ölüm değildi, beni öldürmezdi ama yaralardı ve ölmekten ziyade sürünmek, en çok korktuğum şeydi.
Şu anda da istediğim tek şey gitmek iken gözlerimin yaşardığını, kalbimin ilk kez aksi için attığını, buna rağmen kafamda kocaman neon bir GİT tabelası olduğunum farkındaydım.
Gitmek istemiyordum.
Bu koca adama sarılmak istiyordum.
Onu tanıyalı sadece günler olmuştu. Bu mümkün olmamalıydı, neden böyle bir şey yapmazsam her şeyi kaybedecekmişim gibi hissediyordum?
Baba, yanlış mı yapıyorum?
"Emir," dedi, kapının kulpunu tutmuştum ki bileğimden o kadar ani çekildim ve bedenine tosladım ki korkuyla soluklandım, düşeceğim sanmıştım. "Düşürmedim. Korkma."
Ya düşürürsen?
"Behçet bey-"
"Siktir et beyi." dedi kabaca.
Sırtım onun göğsüne dayalıyken, pardon, tüm vücudum ona dayalıyken ve o hâlâ benim bileklerimi tutuyorken hızı durmayan kalbimle yutkundum. Amacı beni öldürmek miydi? Kalbimin atışı hiç normal değildi, baktırmam lazımdı.
"Yapmayın."
"Güneş," dedi, kaşlarım çatıldı. Bir gezegenden bahsediyor sandım. "Güneş tanesi gibisin. Gün."
İsmimi söylüyordu.
"Ne?" dedim afallayarak. Neredeyse onun göğsüne yaslı olan yanağım ve kaldırdığım başımla boynum ağrıyacaktı.
"Gözlerin," dedi tane tane, koyu hareleri yüzümü incelerken kıpkırmızı kesilmiştim. "Güneş tanesi gibiler."
"Bu eziyetten farksız," dedim fısıldayarak. Bu kadar yakın olup da öpememek, eziyet, tamamıyla. "Yapmayın."
"Ben mi eziyetim sana?" dedi yüzü bana yaklaştığında, yutkundu, dudakları dudaklarıma yaklaştıkça gözlerim daha çok doldu. "Sana eziyet olacağıma ölmeyi yeğlerim."
"Yeğlemezsiniz," dedim fısıldayarak. Yüzü... Çok yakındı, daha da yakınlaşıyordu. Tam şu an, burada onun kollarına yığılacaktım "Beni tanımıyorsunuz bile. Kaç gün oldu? Bir hafta bile değil."
Sen de onu tanımıyorsun ama Emir?
"Seni sadece bir haftadır tanıdığımı mı sanıyorsun?" dedi gülercesine, buna rağmen mimiksiz.
"Ne-"
O kadar ani dudaklarıma yapıştı ve dudağıma bir ısırık bıraktı ki inlememi engelleyemedim. Bileklerimdeki elleri sıkılaştı ve canımı acıtmadan beni biraz daha kendine yasladı. Bel boşluğumda hissettiğim o sertlikle belim büküldü, esneyen bedenimle kalçalarım daha çok ona yaslandı.
Behçet beyin dudaklarından dökülen inleme ile gözlerim kapandı, kendimi tutamadım, dudaklarım aralandı, dili dudaklarımdan içeri sızdığında kaşlarım acı çeker gibi büküldü.
Bu bir eziyetti.
Daha fazlasıyla bile doyamayız gibi hissettim.
Dudaklarının dudaklarıma baskısı o kadar fazlaydı ki başım arkaya doğru gitti, bunu fark etti ve elleri bileklerimi bıraktığında sağ eli ensemi yumuşakça kavradı. Dili dilimi talan ediyor, dudakları dudaklarımı öyle yoruyordu ki yaşadığım en güzel yorgunluktu.