BÖLÜM 16: DOĞANIN DİRİLİŞİ

26 3 2
                                    

Alametin üzerinden birkaç gün geçmişti. Bayram sabahı gelip çatmış, herkes kutlamalar için hazırlıklarını tamamlamıştı. Alaca için her Bahar Bayramı, buruk başlar, keyifle devam eder, öfkeyle biterdi. Bu bayram da her zamanki gibi gününe buruk bir başlangıç yaptı.

Üzerinde ışıl ışıl parlak işlemeleri olan al renkli güzel kaftanını giydi. Boynuna bağladığı al şalını bu sefer saçlarına takmıştı. Güzel örükler yapması için Aşina'dan yardım istedi. Sonrasında ise kaşla göz arası ortadan kayboldu.

Bahar Bayramı için, çevredeki taşra kasabalarından insanlar akın akın Sarpgeçit'e gelirlerdi. Sarpgeçit kalabalık, capcanlı ve ışıl ışıl olurdu. Oyunlar, yemekler, çiçekler insanın gözünü alırdı.

Alaca, hızlı hızlı adımlarıyla haraya vardı, Kutlubey'i eyerleyip Altunkazık'tan erkenden ayrıldı.

Atını doğruca Sarpgeçit'in çıkışına doğru sürdü. Şehrin büyük kapısının önünde durduğunda, geçenlere engel olmayacak şekilde Kutlubey'in üzerinde beklemeye başladı. Çevre kasabalardan, obalardan gelenler, her sene kapıda allara bürünmüş bir kızın beklemesine alışkınlardı. Alaca, her yıl bunu yapardı. Belki anasının, belki babasının, belki de tanıdık birinin yüzünü görmek umuduyla gelenlere dikkatli dikkatli bakardı.

Ama kendi köyünden hiç gelen olmazdı.

Ağabeylerini, kuzenlerini görmek veya birinin onu tanıdığını belirtmesini öyle hevesle beklerdi ki, bazen bazı insanların yüzünü ailesine benzettiği olurdu. Bunu bayram yaklaşmaya başladığı vakit, her gece hayal ederdi. Ancak insanlar onu her sene kapıda beklediği ve oyunlarda gösterdiği becerisiyle tanırdı. Onu öncesinden tanıyan yoktu.

"Her sene aynı şey!" diye mırıldandı gelen kalabalığa bakarken. Sonrasında birinin arkasından ona seslendiğini duydu. Başını çevirdiğinde Aşina'nın ona doğru geldiğini gördü. Yüzünde yine umutsuz bir ifade vardı.

"Toy kuruldu, herkes seni bekliyor. Haydi gel!" dedi. Ama sanki daha çok 'Boşuna beklersin, bunca yıl gelmediler, bundan sonra da gelmeyecekler!' Der gibiydi.

Alaca'nın boğazı düğümlendi. Başını eğip Aşina'yı onayladı. Aşina, Altunkazık'a doğru atını sürerken Alaca, dönüp kapıya son bir bakış attı. Aynı hayal kırıklığıyla önüne dönüp Kutlubey'in yönünü Altunkazık'a doğru çevirdi. Bayrama yine buruk bir şekilde başlamıştı.

Altunkazık, Uçmağ'dan bir bahçe gibiydi. Bütün çocuklar güzelce giydirilmişti. Kazanlarda kaynayan aşların kokusu bütün avlu-meydanı sarmıştı. Avlu-meydana yerlere sofralar serilmiş, bütün ahali yerlerine yerleşmişti. Ne kadar kutlamalar için Hanların konağına gidilecekse de, Altunkazık'ta da bir küçük şölen yapılmasa olmazdı. Alaca da atını Yıldırım'a teslim edip ziyafetteki yerini aldı.

Onun için bayramın keyifli kısmı da burada başlıyordu. Kalabalığın arasına karışırken sabahki umutsuzluğunu unutur sohbete dalardı. Gerçi bu yıl insanların ona duyduğu güvensizlik gözlerinden okunuyordu ama Ataman Ayata Bey'in, Başelçi Boran'ın ve Sancaktar Kubilay'ın masasında oturduğundan kimse yanına ilişip bir şey demiyordu.

Vakit geçti, güneş tepeye yaklaştı, tabaklar bir dolup bir boşaldı. Artık toparlanıp, asıl eğlencenin başlayacağı yere gitme zamanı gelmişti. Doğumevinin yanındaki odasına gidip yayını, okunu kılıcını ve bıçaklarını yanına aldı. Sonra da dikkat çekmemeye çalışarak Boran'ın misafirhanedeki odasına vardı.

Kapıyı tıklayıp usulca içeri girerken, Boran'ın da kendi eşyalarını toparlamakta olduğunu gördü. Son gelen alametten sonra hala biraz dalgındı.

DEMİRKAZIK'IN PERDESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin