BÖLÜM 14: BAYRAMA DAVET

16 3 0
                                    

   Bazı acıları tarif etmesi zordur. Can yanar, bütün hücrelerle hissedilir. Acı gerçektir ama anlatılamaz, bazen sadece gözden damlayan bir damla yaşla anlaşılır. Alaca'nın çektiği acı da böyle bir şeydi. Ağzını açıp da tek bir kelime edemiyordu. Bir ara kendine geliyor, titreme nöbetleri ve kasılmalarla tekrar bayılıyordu. Bilincini kaybetmek ona hiçbir fayda sağlamıyordu. Çünkü baygınken bile bütün acısını hissedebiliyordu. Hem üşüyordu; hem de alevler içinde yanıyordu. Rüyalarında sürekli o iğrenç Yeklerin yabalarıyla vücudunu parçaladıklarını görüyor, anlaşılmaz mırıltılarla onlara gitmelerini söylüyordu. Bu kabuslar sırasında vücudu terden sırılsıklam oluyordu.

Bu şekilde bir ayılıp bir bayılarak ne kadar zaman geçirdiğini anlayamadı. Başına arada bir birilerinin gelip gittiğini hissedebiliyordu ama ruhu acılar içerisindeydi ve yaşayanların ruhlarından çok ayrı bir yerdeydi. Yek'in zehrine karşı bir İlhamlı olarak Alaca bile zor dayanıyordu.

Sonunda gözlerini minicik açmaya başladığında ışığın birdenbire zihnine hücum etmesiyle göz kapaklarını tekrar sımsıkı kapattı. Ağzından acı dolu bir inleme koparken, gözlerini hızlı hızlı kırpıştırarak gün ışığına alışmaya çalıştı.

Nerede olduğunu, neden orada olduğunu hatta kim olduğunu bile bir anlığına hatırlayamadı. Şifahanenin taştan tavanına ve tahta kirişlerine bakarken bir süre zihnini zorlayarak neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Başını kaldırmaya çalıştığında korkunç bir ağrı hissederken bir süre hareket etmemeye karar verdi. Kolunu kaldırmak bile onun için en büyük işkenceydi.

Birkaç dakikanın sonunda parmaklarını oynatabiliyordu. Başını da yanlara çevirebiliyordu. Şifahanedeki yataklardan birkaçı doluydu. Fakat hastalar kendinde değildi. Başlarında da kimseler yoktu. Alaca, katlanılmaz acılar içinde biraz doğrulmayı başardı. Bütün kemikleri kırılmış gibi ağrıyordu. Yatakta oturabilmek için büyük bir çaba harcadı.

Boğazı kupkuruydu. Yan tarafında su dolu bir çanak gördüğünde yüzünde gülümser gibi bir ifade belirdi. Kaslarını kontrol etmekte zorlanıyordu. Çanağın içindeki suyu büyük bir iştahla içtikten sonra içindeki ateşin bir anlığına söndüğünü hissetti. Fakat kısa bir süre sonra ateş tekrar canlanmış, Alaca'nın içini yakmaya başlamıştı.

Etrafına bir göz gezdirdikten sonra yerde duran pabuçlarına gözü ilişti. Yürüyebilir miydi acaba? Kendini o kadar güçlü hissetmiyordu. Her an yığılıverecekmiş gibiydi. Birilerine seslenmek istedi. Tanıdık bir isim zikretmeye çalıştı ama aklına kimsenin adı gelmiyordu. Belleğini mi yitirmişti. Sahi, kendi adı neydi?

"ALACA!"

Dedi odaya birden giren kişi.

Alaca irkilerek giren kişiye baktı. Upuzun koyu saçlı, tertemiz görünüşlü uzun boylu kız yanına doğru uçarcasına geldi. Tanıdık geliyordu ama kimdi?

"Şükürler olsun uyanmışsın! Uçup Gök'e varacaksın diye öyle korktuk ki!" Dedi içli bir sesle. Alaca'ya kollarını dolayıp sıkı sıkı sarılırken kız bütün kemiklerinin acısından dişlerini sıktı. Fakat sesini çıkarmadı. Alaca, üzerindeki gömleğinin ıslandığını hissetti, kız ağlıyor muydu?

Kız kendini bırakıp geri çekildikten sonra kızarmış kahverengi gözleriyle kendine bakarken, Alaca'nın zihnine bütün hatıralar hücum etmeye başladı. Yüzü aydınlanırken "Altunay!" Dedi sevinerek. Bir anlığına her şeyi unuttuğunu sanmıştı.

Altunay, gülümsedi. Alaca'nın kollarını sıktı. Alaca derin bir nefes aldıktan sonra son hatırladıklarıyla gözleri korkuyla açıldı.

"Yekler..." Diye fısıldadı ürpertiyle.

DEMİRKAZIK'IN PERDESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin