1\Çıkmaz Sokak

288 22 4
                                    

Soğuk hava yüzümü uyuşturmuştu. Gün ışığının yerini gecenin laciverdi kaplamış, şehri bir yorgan gibi örtmüştü. Havada hafif bir sis kokusu vardı. Caddenin sol tarafında, etrafımdan akıp giden insan selinin ortasında bir nokta gibi kalmıştım. Öyle silik, öyle sıradan, öyle görünmez bir ayrıntıydım ki.. Sanki ressamın tuvale yanlışlıkla damlattığı o siyah ama hiç fark edilemeyen boya zerresiydim.
Yağmur başlamıştı, insanlar olanca telaşla koşuşturuyor, şemsiyelerini açıyorlardı. Herkesin sığındığı bir limanı vardı. Sanki yağmurdan ölesiye korkuyor, limanlarına koşuyorlardı. Ayaklarımın yandığını hissettemeye başladım. Sahi kaç saattir yürüyordum? Neden diğer insanlar gibi yağmurdan kaçmıyordum? Bir evim var mıydı? Ya da bir ailem?

Bilmiyordum, kim olduğumu dahi bilmiyordum. Bu sokaklarda uzun yıllardır yalnız dolaşıyordum. Ne ailem, ne bir ev, ne de bir kimlik..
Bulduğum ilk bankta uyuyup kalıyordum. Kendimi bildim bileli yollardaydım. Neyi, kimi aradığımı bilmiyordum.. Sokakta yaşayan on binlerece insandan yalnızca biriydim. Çok yalnızdım. Kendimden başka kimseyi tanımıyordum, kendimi de tanıdığım söylenemezdi.
Kaç yaşında olduğumu dahi bilmiyordum. Tek yaptığım yürümek ve yine yürümekti. Hiçbir amacım yoktu. Kendimi aramayı bırakalı çok olmuştu. Onum dışında bir de iş aramıştım ama kimse okuma yazması dahi olmayan birine iş vermek istememişti. Konuşmayı bile beceremiyordum ki..
Acıktığım zaman ihtiyarın işlettiği yere gidiyordum. İri burnu ve mavi gözleri olan ihtiyar benimle pek konuşmazdı. Kendim dışında tanıdığım tek insandı. Gerçi onu da tanıdığım söylenemezdi, adını dahi bilmiyordum. Üstündeki beyaz önlük daima kirliydi. Yaptığı yemekler lezzettiyle dans ederdi. Tok olan bir insanı bile acıktırabilirdi. O olmasa belki çoktan açlıktan ölmüş olurdum. Konuşkan biri değildi ama gözleri, içindeki duyguyu olduğu gibi yansıtırdı.

Yağmur şiddetini arttırıyordu ve benim dizlerimde güç kalmamıştı. Ayaklarım dur emri verirken aklım sadece yürümemi söylüyordu. Üzerimde yıllardır öylece duran bordo pelerinin şapkasını kafama geçirdim. Yanan ayaklarıma inat yürümeye devam ediyordum. Sanki bu şekilde düşüncelerimden kaçabilecekmişim gibi. Beynimin içinde dolandıkça birbirine çarpan düşüncelerim yerini dayanılmaz bir ağrıya bırakıyordu. Sorgulamadan, tereddüt etmeden sadece yürümeyi seçiyordum. Biliyordum ki duracak olursam yere yığılırdım.

O kadar dalgın ilerlemiştim ki, çıkmaz sokağa geldiğimi yeni fark ediyordum. Etrafta kimse yoktu. Bu tenhalık beni korkutmuyordu. Üşüyordum hatta belki titriyordum. Beynim hala yürü emri verirken ayaklarım durmaktan başka fiil göstermiyordu. Dizlerim titriyor, rüzgar sanki ruhumu delip içimden geçiyordu. Zorlukla çıkmaz sokağın başındaki duvara yanaştım. Sanki ben sabit dururken etrafımdaki herşey delice dönüyordu. Gözlerim ışığını yitiriyordu. Çöp kutusunun arkasından aniden fırlayan siyah kedi bile beni ürkütememişti. Tek yapmak istediğim yerde ölü gibi uzanmaktı. Midemde bulunan patates püresi inatla dışarı çıkmaya çalışıyordu.

Yanımdaki duvara tutunarak ilerledim. Yapabilirsem sokağın sonundaki duvara iyice yanaşacak ve dayalı olan kartonu alıp yeni yatağım yapacaktım.
Bir adım daha attım ve bir tane daha.
Tam duvara tutunuyordum ki elim bir boşluğun içinde kayboldu. Vücuduma yayılan elektrik dalgasıyla sarsıldım. Gözlerim kararıyor ve etrafımdaki herşey ağır çekimde ilerliyordu. Sesler artık uğultu halini almıştı. Yere yığılmadan önce, son  gördüğüm siyah tüyleriyle geceye meydan okuyan kedi ve kedi kadar siyah saçları olan iri adam.

Buzdan HayallerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin