BÖLÜM 1 *Yalnız Acı*

287 9 2
                                    

"1.BÖLÜM: YALNIZ ACI"

Ağlayamıyordum. Artık tepki veremiyordum. Öyle ki, içim cayır cayır yanmasına rağmen gıkım çıkmıyordu. Sessizlik; acımı gösteren yegâne şeydi. Acımın büyüklüğü ancak ve ancak sessizlikle açıklanabiliyordu. Kelimelere için fazla büyüktü benim acım. Bu yüzdendir ki hâlâ kulağımda yankılanan kelimeleri sessizlik ile karşılamıştım.

"HÜNKÂROĞLU Konağına kuma gideceksin. Yarın gelecekler seni almak için. Ona göre hazırlan, sıkıntı çıkmasın. Bir de seninle uğraşamazlar."

Ne evlenmeyi ne de evli biriyle evlenmeyi düşünüyordum. Daha yaşımın gereği bir çocuk sayılırdım. O konaktaki kimseyi tanımıyordum. Haliyle kiminle evleneceğimi de bilmiyordum. Allah bilir, adam kaç yaşındaydı? Gerçi eşinin çocuğu olmuyormuş ve eşine sadık kalmak için kimse ile evlenmemiş. Yıllardır kuma falan kabul etmemiş. Karısının adı kısıra çıkmış ancak tek birine bile kulak asmamış, ailesini dinlememiş. Şimdi ise benimle evlenecekti. Hem de rızası olmadan. Bana neler çektireceklerini tahmin bile edemiyordum. Kimse de kalkıp "bu daha bir çocuk, hayalleri yok mudur? Öylece vermeyin" demedi. Zaten deseydi daha çok şaşırırdım ya. Bu da benim talihsizliğim olarak yazılabilir. İlk değil, son hiç olmayacak.

Annem ise... Annemi bilmiyordum. Ne hissettiğini, ne hissetmek istediğini bilmiyordum. Ben orada kendimle savaşırken, onun böyle yapması zoruma gidiyordu. Hani anneler kıyamazdı evlatlarına? Yazık değil miydi bana? Abim kızı kaçırdıklarında sevdasından demişler, bana ise hiç tanımadığım bir adamın kuması olarak bedelini ödemek kalmıştı. Gerçekten o kadar merak ediyordum ki. Hiç mi acımıyor canınız, hiç mi umursamıyordunuz evladınızın kalbinin kırığını? O kadar değersiz oluşum canımı yakıyordu. Değerimi hiçbir zaman anlamayacak olmaları da. Öylece bir çöp gibi yavaşça çürüyen ruhum, bedenime veda edeli çok olmuştu. Bedenim de peşinden koştursa, ne olabilir ki?

Sadece on altı yaşındaydım. Kanunlara göre bu yaşta herhangi bir resmi nikâh işlemine başvurmam yasaktı. Yani evlenemezdim. Fakat burada bir nikâh olması için resmiyete gerek yoktu. Dinî nikâh yeterliydi. Ancak dinimizi saçma sapan emellerine alet ederken yalancı çıkmaktan, töre dedikleri şeyi dine bağlamaktan hiç mi utanamıyorlardı? Din onların dediğin veyahut sandığı gibi tecavüze uğrayan kızı öldürmelerini istemez, aksine korunmasını emrederdi. Şimdi burada kim, neyi, neden yanlış yapıyor sorusu ise muallaktaydı. Herkes görüyor ancak cevap vermekten kaçıyorlardı. Verecekleri cevaplar; hayatlarının yalanla geçtiğini, töre dedikleri şeyin bütün vicdanlarını koparıp aldığını bu yüzden çocuklarıyla öylesine bir muhabbete bile giremediklerini, iyi bir ebeveyn olamadıklarını yüzlerine çarpacaktı.

Değil bir savunmasız kızın, bir insanın ahını almak bile böylesine acı vericiyken vicdanlarını nerede düşürdüklerini sormadan edemiyordum. Yazık değil miydi? Kızına, kardeşine yapılan şeylere; töre adını verdikleri saçma sapan kanunlar yüzünden sessiz kalmak, hangi adamlığın kitabında yazıyordu? Ki böylesine adamlık denir miydi, bilemiyorum.

"Kız yine iyisin, gittin kaptın zengin kocayı. Yatarsın, mis gibi ayaklarını uzatıp emirler yağdırırsın. Gel keyfim gel." Düşüncelerimden ablamın kapıyı pat diye açıp konuşmaya başlamasıyla sıyrılmıştım. Ve dedikleri beni sinirlendirmesine rağmen sesimi çıkarmamıştım. Varsın o öyle kolay sansın başıma gelenleri. Ben burada, arka bahçedeki çiçeklere bakan pencerenin önünde acımı yaşamaya alışmıştım. Şimdi içimdekileri dökmek, onu kızdırmaktan başka bir işe yaramazdı.

Parayı bu kadar değerli görmeleri, duygularını yitirmelerine sebebiyet veriyordu. Sevginin paradan değerli olmadığını ancak sevginin yokluğunda anlayacaklardı. O zaman ise iş işten geçecekti. Ama şuan ne benim onlara bir şey anlatmaya çalışacak halim, ne de onların beni anlayacağına inancım vardı. Bu yüzden onu umursamadan hazırlanmaya başladım. İçimde bir umut vardı. Çok küçük bir umut. Bana orada iyi davranmalarına dair küçücük bir umut.

KIRIK DÖKÜK BİR KALPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin