Yalnız Hissetmeyin Bayım

602 72 29
                                    

    

Cidden kim veya ne için yaşıyordum ki ben? Babam için mi, yoksa kendim için mi? İstemiyordum işte evlenmek. Biriyle beraber olmak ve kendimin de o kişinin de hayatını çürütmek istemiyordum.

Oturduğum sandalyede doğruldum ve elimdeki tüy kalemi masanın üzerine indirdim. Babamın yaklaşık bir saat önce benimle konuştukları gerçekten de onun oyuncağı olduğumu kanıylıyordu.

Yarın birkaç terzi kumaşlarla gelip beden ölçümü alacak ve istediğim herhangi bir kumaşla baloda giymem için bana kıyafet dikeceklermiş. Ayrıca kumaşlar da ithal olucakmış. Ha çok pahalı ağır bir kıyafet giymişim, ha sıradan günlük bir şey. Ne fark eder ki.  İstemediğim bir şey için neden bu kadar süslenmeliyim?

Sandalyeden kalkıp büyük odada dolaşırken kapı çaldı. Gir komutunu verdiğimde bir muhafız kapıyı araladı ve önümde eğildikten sonra "prensim majesteleri sizi çağırıyor" dedi alçak ve düz bir sesle.

Daha az önce dönmüştüm onun yanından beni neden çağırıyordu? Muhtemelen bi şey söylemeyi unuttuğundan olabilir diye düşündüm. "Tamam geliyorum" dedim kısık bir sesle. Muhafız tekrar eğilip çıktı odadan. Bundan nefret ediyorum.

İç çektim ve boynumu iki tarafa kıtlattıktan sonra adımlarımı attım. Olabildiğince yavaş gidiyordum ve yere bakarak ilerliyordum. Sonunda babamın tahtının olduğu yere vardığımda, etraftaki muhafızlar ve hemen babamın tahtının yanındaki, daha az gösterişli tahtta oturan annem bana baktı.

Tahtların sağ ve sol tarafında birer muhafız palmiye yapraklarından yapılmış büyük yelpazeleri sallıyordu. Küçük sehpanın üzerinde bir şarap şişesi duruyordu. Yanında bardak yoktu çünkü bardak dolu olarak babamın elindeydi. Şu şaraptan tiksindigim kadar hiçbir şeyden tiksinmem.

Başımı hafifçe öne eğdikten sonra kafamı kaldırıp babama bakarak konuşmasını bekledim. "Prens Min" dedi gür bir sesle. Bazen korkardım onun bu ses tonundan fakat alışmıştım artık. "Seni birkaç askerle beraber kasabaya göndereceğim."

Gözlerim biraz açıldı şaşkınlığımı göstermek adına. Normalde asla dışarı salmazdı beni. Bir terslik vardı. Büyük ihtimal sebebi vardır yoksa asla göndermezdi beni. Hangi dağda kurt öldü diye düşünürken devam etti babam. "Çok yoğunum benim yerime sen gidip kontrol edeceksin kasabayı. Herşeyin yolunda olduğuna emin ol tamam mı?" Dedi ve benim şaşkınlığım o an geçti. Eğer yoğunluğu şarap içmek ise cidden saçmaydı.

Bunu umursamadım. Bi yandan mutlu olsamda, bir yandan ya dünki çocuk beni görürse ve kralın oğlu olduğumu öğrenirse diye korkmuştum. Beni askerlerin içinde insanların işine bakarken görmesini istemiyordum. Beni normal bir insan gibi görmesini istiyordum ama bu mümkün değildi.

Başımı tekrar eğdim ve kaldırınca babamın yüzüne baktım. "Tamam" dedim kısık ama duyabileceği bir ses tonuyla. Babam gülümsedi ve elindeki bardağı masaya bıraktıktan sonra sağ tarafta dikilen çavuşa baktı. "Yanına onbeş yirmi asker de al ve öyle gidin." Dedi sakin bir sesle konuşuyordu. "Emredersiniz ekselansları" dedi çavuş yüksek bir sesle ve önünde eğilerek bulunduğu yere inen üç basamaktan inerek yanıma kadar geldi.

Karşımda durup benim de önümde kısaca eğildikten sonra hızla oradan çıktı. O çıkana kadar ardından baktım ve çıktıktan sonra başımı kaldırıp babama tekrar baktım. "İzninizle" dedim duyabileceği bir tonda ve başımı hafifçe eğip uzaklaştım.

Babamın önünde eğilmezdim ben. Bazen eğilmemi istediğini düşünürüm bakışlarından fakat aldırış etmem. Kimsenin önünde eğilecek kadar düşmem hiçbir zaman. Bana göre tüm insanlar aynı; kasabada yaşayan herhangi biri de insan, ben de insanım ve babam da insan. Kimse kimseden üstün değil herkes aynı havayı soluyor ve aynı dünyada yaşıyor. Hepimizin iki kolu, iki bacağı, iki gözü, bir beyni ve bir kalbi var. Neden biri digerinden üstün olsun ki? Bunu anlamayan insanlar sürekli kendilerini diğer birinden alçakta veya yukarda biliyor. insanlarda en nefret ettiğim özellik te buydu; insan ayrımı.

Papatya Bahçesi✓ YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin