İlk Papatya Filizi

543 61 33
                                    

Önceden söylediğim gibi insanlar eleştiriler seni ve yapmak istediğin şeyleri gizlice yaparsın. En son yaklaşık bir hafta önce gelmiştim sarayın yanındaki geniş bahçeye. Yalnızca ya çok mutlu yada çok üzgün olunca gelirdim buraya. Geçen hafta gelme sebebim üzgün olmamdı. Çünkü babam beni evlendirme kararını o zaman almıştı. Bu seferki ise farklıydı. Bu seferki saf neşe saçıyordu ve yalnız değildim bugün. Yalnız bırakmamıştı beni park jimin.

Ağaçlar çokta büyük değildi hani. Ama yaprakları epey büyüktü. Aşağı sarkan yaprakların arasında yürüyor, çıplak ayaklarımı çimlere her bastığımda bir hoş oluyordum. Aynı zamanda duyduğum kuş cıvıltıları yankılanırken kulağımda, ben mırıldanıyordum zihnimde yeni yeni yazılan şarkıyı.

Limon kokusu ve papatyalar.
Kuş sesleri ve doğa.
Yeşil ve mavinin uyumu;
Gizliceydi hepsi. Gizli bir huzur.

Şarkı sözlerini kendi kendime mırıldanırken aynı zamanda gülümsüyordum. Evet gülümsüyordum. Acımasız kralın acımasız oğlu, yeşiller içinde kaybolmuş şarkı söylüyordu.

Yerimde durdum ve başımı kaldırdım hafifçe. Bulutlara baktım ve pırıl pırıl parlayan güneşe de. Güneş gözlerimi kamaştırıyordu ve bende sol elimi gökyüzüne kaldırıp kapattım güneşin önünü. Saat daha erkendi.

Bakışlarımı tekrar yere indirdim ve yürümeye devam ettim.

Yalnız ruhum ve kırık gözlerim.
Parlayan gözlerim ve parlatan gözlerin.
Mezarlar kazınmış parmaklarıma,
Çiçekler diktin usulca.

Kelimeler kurumuş dudaklarım arasından tane tane çıkarken dudağımı yalayarak nemlendirdim. Gülümsüyordum. Dün akşam kabus görmemiştim. Dün akşam kısa uyumustum ama yalnız uyumamıstim. Parmak uçlarım beni yalnız bırakmamıştı.

İç çektim ve arkamı döndüm. Saraya dönmek adına adımladım geldiğim yoldan geri. Biliyordum bu saatlerde herkes ayaklanır ve beni görmeleri an meselesi olur.

Bahçenin giriş kısmına ulaştığımda kısaca göz gezdirdim etrafta ve birkaç kişi dışında kimseyi görmedim. Yalnızca sarayın girişindeki muhafızlar ve birkaç cariye.

Bahçeden çıktım ve elimde tuttuğum sandaletlerimi ayağıma geçirdikten sonra sarayın önündeki büyük alanda biraz dolaşmak istedim. Etrafına bakarak yürüyordum ve beni gören herkes önümde eğiliyordu. Bundan nefret ettiğimi söylememe gerek yok.

İlerledim ve ilerlediğim yerde iki adam ve bir kadın sesi duydum. Adamların sesi gülme sesiydi fakat kadınınki ağlama sesiydi. Kaşlarım çatıldı ve sesi takip ettim.

Büyük bir çınar ağacı vardı. Gövdesi büyük ve genişti. Hemen arkasında ise iki adam bir kadını itip kakıyor adeta taciz ediyordu. Bu adamlar pekte yabancı gelmedi bana. Üzerlerinde muhafızların giydiği kıyafetlerden vardı ve kadın ise daha yeni esir alınmış genç bir cariyeydi.

"Hey" dedim biraz yüksek bir sesle ve hepsinin bana dönmesini sağladım. Beni görür görmez şaşırdılar ve her zamanki gibi önümde eğildiler. Kadın eğildiği sırada gözünden bir yaş yere düştü ama aldırış etmeden devam ettim. "Ne oluyor. Kendinizden utanmıyorsunuz değil mi?" Onlara tiksinir gibi baktım -ki zaten tiksiniyorum- vede yerin yedi kat dibine girmelerini sağladım.

Bu bakışı biliyordum çünkü babam, ben küçükken bana hep öyle bakardı. Benden nefret ettiğinden mi yoksa öyle yetiştirmek istediğinden mi bilmem ama kendimi çok kötü hissederdim. "Kaybolun gözümün önünden."

Ben babama benziyordum.
Acımasız kralın acımasız oğlu

İki muhafız hızla gitti ve kadın ise göz yaşlarını silip kısa bir teşekkürden sonra önümde eğilip gitti. Kadın dediğime bakmayın; taş çatlasa on dokuz yaşında bir çocuktu. Bilirsiniz kız çocuklarına daha on iki yaşından sonra herşey yaptırılırdı. Buna otuz yaşında bir adamla zorla evlendirilmek te dahil.

Papatya Bahçesi✓ YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin