<2>

268 44 34
                                    

<2>

25 Ağustos 1951

Yarbay Jaeyoon uzaktaki tepeye dürbünüyle baktığında gördüğü şeylere karşılık kafası karışmıştı. Orasının terk edilmiş olması gerekmez miydi? Neden duman yükseliyordu?

Hızlı adımlarını albayın çadırına doğru yönelttiğinde telaşlıydı. Düşman çoktan buraya yaklaşmış olabilirdi. Günlerdir sessizliğin sebebi buydu demek diye düşündü. Çadırın kapısını açtığında içeride sakince kitabını okuyan albaya baktı.

Albay Sunghoon okuduğu metinden kafasını kaldırdığında yarbayı telaşlı gördüğünden yavaşça elindeki kitabı kapattı.

"Evet yarbay? Bir şey mi oldu?"

Göğsü hızla inip kalktığından derin bir nefesi içine çekti yarbay. Sakince dürbünle ilerideki bir noktayı gösterircesine elini uzattığında albay onun bir şey demesini bekliyordu.

"İlerideki bir tepeden dumanlar yükseliyor. Bakmanız gerek."

Albayın kaşları çatıldığında kitabını masanın üzerine bıraktı. Yarbay kitabın ismini gördüğünde çaktırmasa da şaşırmıştı. Albay Gurur ve Önyargı okuyordu. Bakışlarını yeniden karşısındaki adama çevirdiğinde, albay çadırdan çıkmıştı.

Dürbünü albaya uzattığında elleri küçük temasla birbirlerine değmişti. Albay sanki ıslak elle elektriğe dokunmuşçasına hissetse de yüzünü hızla tepeye çevirdi. Yarbay az önce ki tensel temastan dolayı kaşlarını çatmış ve o da yüzünü tepeye doğru çevirmişti.

Değişik hissediyordu.

Albay kaşlarını çatarak dürbünü indirdiğinde bakışlarını yarbaya çevirdi.

"Düşman yaklaşıyor yarbay. Bir şeyler yapmamız gerek."

Yarbay duyduğu cümleye kafasını onaylar gibi salladığında tekrardan tepeye bakmıştı.

"Kesinlikle bir şeyler yapmamız gerekiyor albayım. Buraya gelmeleri bir kaç gün sürer. O süre de onları oyalamalı ve atağa geçmeliyiz."

Albay duyduğu sözleri onaylarcasına kafasını salladığında gözleri sürekli oturduğu tepeye doğru kaydı. Yarbaya orayı göstermeli miydi?

"Yarbay benimle gelin." Elindeki dürbünü yarbaya verdiğinde ne olduğunu anlayamamıştı yarbay. Ama albayın dediğini yaparak peşinden ilerledi.

Bir kaç dakika sonra çimenliklerin bol olduğu bir tepeye geldiklerinde yarbayın bakışları hayranlıkla etrafta gezdi.

"Burayı görmemiştim albayım. Çok güzel bir yere benziyor." Albay duyduğu cümlelere karşılık gülümsediğinde artık gülümseyişine alışmıştı. Yarbay onu uzun zaman sonra güldüren ilk ve tek kişiydi.

Bunu pek bir anlama yormamıştı.

Ama yorması gerekirdi.

Yarbay tepede tüm ihtişamıyla duran büyük çınar ağacına adımladı. Sağ eliyle ağacın pürüzlü yüzeyinde elini gezdirirken gözlerini kapatmıştı. Albay ne yaptığına anlam veremese de onu izliyordu.

Bir kaç dakika boyunca yarbay çınar ağacının üzerinde elini gezdirmişti. Gözlerini açarak arkasına döndüğünde onu izleyen albaya baktı.

"Bu ağaç 143 yaşında."

Albay duyduğu cümle karşısında kaşlarını çatmıştı. Şaşırmıştı çünkü ağacın gövdesi kesilmemişti bile. Nasıl yaşını anlamıştı ki?

"Peki bunu nasıl anladınız yarbay?"

"Yaşadığım yer ormanlık bir alandı. Ağaçların dilini çok iyi anlıyorum sadece." Konuşmasını gökyüzüne bakarak durdurduğunda derin bir nefes aldı ve gülümsedi.

"Sadece tahmin ettim." Albay başını salladığında gözleri yeniden yarbayın gözlerine çevrilmişti.

"Albayım bu ağaca çok güzel salıncak yapılır."
Yarbayın söylediği cümleye karşılık ağaca baktı albay. Ağacın bir kolu arkasındaki denize bakacak şekilde uzanıyordu. Kökleri sağlam olduğundan çok güçlü olmalıydı.

"Salıncakta sallanmayı mı seviyorsunuz yarbay?"

"Evet albayım. Siz sevmez misiniz yoksa?" Albay ona daha önce bir parkta bile oynamadığını söyleyemezdi ki. Yüz ifadesi donuklaştığında yarbay yanlış bir şey söylediğini düşünerek hızla konuştu.

"Öyle demek-."

"Daha önce bir parka bile gitmedim." Yarbay duyduğu cümle karşısında duraksadı. Nasıl yani hayatı boyunca hiç parka gitmemiş miydi? Albay cümlesine devam ederken buruk bir şekilde gülümsemiş ve kafasını sallamıştı.

"Nasıl bir his olduğunu bilmiyorum."

"Emin olabilirsiniz albayım. Gökyüzüne yükselen bir melek gibi hissettiriyor."

"Eğer isterseniz kasabaya teftiş için gittiğimiz bir gün salıncak için bir ip alabiliriz." Albay artık yaptığı şeylere şaşırmayı bırakmıştı. Yarbay duyduğu cümle karşısında içten bir gülümseme sundu.

Güldüğünde sadece dudakları kıvrılmıyor gözlerinin içi de parlıyor diye düşündü albay.

Yarbayın gülümsemesi solduğunda etrafına baktı.

"Ama albayım askerler için kötü bir görüntü sunmaz mısınız? Sonuçta siz bir albaysınız."

"Etrafına baksana yarbay." Gözlerini etrafı göstermek istercesine çimenlerde ve ağacın denize baktığı etrafın çalılarla kaplandığı yere çevirdi.

Tepe adeta tanrı tarafından korunuyordu.

"Buraya gelmeleri yasak olduğundan gelemezler. Hem baksanıza yarbay. Etraf çalılarla kaplı ve bölüklerin kaldığı binalardan epey uzak."

Yarbay etrafına baktığında albaya hak verircesine başını salladı. Albay ona bakarken tekrardan konuştu.

"Hem görülecek bir yerde olsaydık bile sorun olmazdı."

Yarbay gözlerini albaya çevirdiğinde değişik duygular hissetti. Gözleri adeta cenneti andıran bu adam onun dediklerini koşulsuz dinliyor ve yerine getiriyordu.

"Teşekkürler albayım." Cümlesine devam ederken derin bir nefes vermiş ve etrafına bakmıştı. Onunla olması onu mutlu hissettiriyordu.

"Her şey için." Albay da başını salladığında bakışlarını uzakta gözüken denize çevirmişti.

"Deniz çok güzel değil mi yarbay? Sanki orada başka bir hayat varmışçasına hissettiriyor."

"Denizi bilmem fakat başka bir yer bana farklı bir hayatı hissettiriyor."

Albay kaşlarını çattığında ona doğru dönmüştü. Başka neresinin öyle hissettirdiğini merak ediyordu.

"Neresi yarbay?" Bakışları albayın gözlerine çıktığında bir kaç saniye daha bakmıştı.

"Gökyüzü albayım."

Onun gökyüzüsü albayın gözleriydi.





-

yes to heaven | jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin