Kulağımda sadece müziğin sesi vardı. Bana seslendiklerini bile koluma sertçe vuran Minho hyung ile farketmiştim.
Müdür yardımcısı beni çağırıyordu. Kafamı iki yana sallayıp bir şey demeden yüzüne baktım. Ne söylemeye gelmişti bilmiyordum ve dürüst olmak gerekirse hiç merak etmiyordum.
Bugün üniversiteye geldiğimden beri dersleri bile dinlememiştim. Aklımda sadece tek bir şey vardı. Minho hyung'un elinden kurtulup eve varır varmaz intihar etmek. Çok düşünmüştüm bunu. Haftalardır düşünüyordum. Plan yapmıştım. Minho hyung şüphelenmesin diye epeyce hareketlerimi kontrol altında tutmuştum. Artık gitme vaktiydi. Bugün bitirecektim bu işi.
Müdür yardımcısı gülümseyerek koluma uzandığında kolumu kendime çekip uzaklaştım ondan. Artık birisinin bana dokunması bile hoşuma gitmiyordu. Bir tek Minho hyung'a izin veriyordum. Diğer insanlar beni rahatsız ediyordu.
Temas bağımlısı birinin insanlardan kaçması ne demek anlayamazsınız.
Kadın istifini bozmadan gülümsemeye devam ederek konuştu. "Felix, benimle bir yere gelmen gerekiyor. Gelir misin?"
Konuşmadığımı bildiğinden Minho hyung öne atıldı. "Nereye gideceksiniz? ve neden?"
Bayan Minseo kafa sallayıp Minho hyung'un kulağına bir şeyler fısıldadı. Duymak için çabalamadım bile. Dediğim gibi. Her şeye ilgim ve merakım ölmüştü.
Minho hyung'un yüzüne baktım. İfadesi 180° değişmişti. Yüzünde neredeyse güller açacaktı.
Bayan Minseo bir kaç adım bizden uzaklaştığında Minho hyung kolumu tutarak beni ayağa kaldırdı. Hala gülen yüzüne anlam veremiyordum. Yine de bir şey demeden beni sürükleyerek kafeteryadan çıkarmasına izin verdim.
Sessizce mırıldandı. "Bayan Minseo ile git. Bana güven tamam mı?"
Sessizliğimi korumaya devam ettiğimde Bayan Minseo bize yetişerek konuşmuştu. "Hadi gel, Felix. Gidelim."
İçimden bir ses gitmemem gerektiğini söylese de bir diğer ses 'ne olacak? gitsene' diyordu. Ben de bir diğer sesi seçtim.
Bayan Minseo önden ilerlerken Minho hyung müzipçe gülümseyerek kafa salladı. Adımlarımla onu takip etmeye başladım. Yangın merdivenlerine vardığımızda yüzümde neredeyse hiç sezilmeyecek bir gülümseme oluştu. Okul çatısı gelmişti aklıma. Adımızı okul çatısında piknik yapan ilk çift olarak yazdırdığımız anılar gelmişti.
Müdür yardımcısı merdivenlerin başında durup sessiz olmaya özen göstererek konuştu. "Bu merdivenlerden çık. Çatıya açılan kapı var. Çatıya çıkmanı istiyorum."
İfadesiz bir şekilde yüzüne baktım. Benim işimi kolaylaştırmak için çatıya çıkardığını düşünüyordum. Eve gitmeme gerek bile kalmazdı. Direkt çatıdan atlayıp kurtulurdum.
Kadın cevap vermediğimi farkedince acı bir tebessümle beni yangın merdivenlerinde bırakıp gitti. Basamakları emin adımlarla çıkarak çatıya ulaşmaya çalışıyordum. Bir yandan da içimden Hyunjin'e özürler yağdırıyordum.
Sonunda kapıya vardığımda derin bir nefes alıp fısılsadım. "Özür dilerim, sevgilim. Beni affet."
Kapıyı yavaşça ittirip açtığımda yüzüme çarpan sert rüzgarla gözlerimi kapattım istemsizce. Yine de dışarıya çıkıp arkadan kapıyı kapattım. Ağır adımlarla en uca yaklaştım. Gözlerim dolmuştu. Normaldi. Ne de olsa birazdan ölecektim. Sevdiğime verdiğim sözü tutamayacaktım.
Sadece bunun için üzülüyordum. Ona verdiğim sözü tutmayacağım için.
Gözlerim artık acı vermeye başladığında sıkıca kapatıp bağırdım. "Sikeyim seni hayat. Ben sadece mutlu olmak istemiştim. Sikeyim ki onu bile bana çok gördün. Dakikalar sonra öleceğim. Kurtuluyorsun benden artık. Kurtuluyorum senden artık. Daha fazla acı çektiremeyeceksin bana. Elimden sevdiğim adamı aldın ya...senin verdiğin acıyı, ızdırabını sikeyim."
Daha fazla Hyunjin'den haber alamayınca sarıya boyattığım saçlarımı çekiştirip yüksek sesle bağırdım. Göz yaşlarım son kez akarken tepeden aşağıya baktım. Elimin tersiyle gözlerimi silip mırıldandım. "Özür dilerim, Hyunjin. Özür dilerim, sevgilim. Özür dilerim, her şeyim. Özür dilerim."
Yavaşça duvara tutunarak dikleştim. Bedenimi aynı yavaşlıkta aşağıya doğru eğdiğimde adımın haykırılmasıyla durdum. Sanırım delirmenin son raddesine gelmiştim. Onun sesini duyuyordum. İçimden siktir çekip aşağı baktığımda tekrar duyuldu o meleksi sesi. Gözlerim irileşti.
Gerçekten bu onun sesi miydi? Yoksa deliriyor muydum?
Arkamı dönmeden öylece yerimde durdum. Adım sesleri geliyor, daha da yaklaşıyordu. Elimle sertçe kafama vurup bağırdım. "Siktir, sus artık."
Hızla kısa duvara çıkıp kendimi öne doğru bıraktım. Fakat...düşmedim. Kolumdan tutup çekmişti birisi beni. Gözlerimi açıp bedenime dolanan kolların sahibine bakmak için kafamı kaldırdım. Sarı saçlı uzun boylu birisiydi. Kafam boynuna geldiği için kokusunu alıyordum. Tanıdık kokuyu içime çekmemle beynimden vurulmuşa döndüm.
Hyunjin?
Gerçek miydi bu?
Son kalan gücümle ellerimi iri bedene koyup geriye ittiğimde direkt göz göze geldik. Onun yüzünü görmemle gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Son hatırladığım şey ise düşmemem için belime sarılan kollardı...
Gerisi koca bir karanlık...
