Nefes nefese merdivenleri çıkarken çantamı da düşmemesi için sıkıca tutuyordum. Sonunda üzerinde 8 yazılı kapıyı gördüğümde gülümseyerek kapı ziline bastım. Saniyeler içerisinde kafasındaki şapkasıyla beni karşılayan Hyunjin'e gözlerimi kısarak baktım. Saçsız haline bile tapasım varken benim için şapka takmasına sinir oluyordum...
Hiç beklemeden kollarımı boynuna dolayıp dudaklarına kapandım. Bu hissi sürekli yaşamak için yaşamalıydım, yaşamalıydı. Birbirimize en iyi gelen şey birbirimizdik.
Aşk diye bir kavram yoktu. Ta ki ruhum onun dudaklarında canlanana kadar. Aşk diye bir şey yoktu. Aşk Hyunjin'in ta kendisiydi. Aşk Hyunjin'di.
Kapıyı dudaklarımdan ayrılmadan kapatıp bedenlerimizi koltukla buluşturdu. Bir kaç dakika süren öpüşmemiz nefeslerimiz kesildiği için bölünmüştü. Geri çekilip gözlerime baktı. Seviyordum beni incelemesini. En ince ayrıntıma kadar inceleyip bana kendimi daha da sevdiriyordu. Lanet olsun ki Hyunjin'den önce kendimin bile farkında değildim. Bir ayda ne kadar çok şey katmıştı bana...
"Ne zaman gidiyorsun?" diye fısıldadım. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki duyduğuna şüphe ediyordum. Eliyle yüzümü avuçlayıp gülümsedi. "Yarın ilk uçakla gidiyorum. Beni uğurlamaya gelirsin artık."
"Gelmez miyim..."
Gülümseyerek hala gözlerime bakarken hızla pozisyonlarımızı değiştirip üstüne çıkıp boynunu öptüm. Boynuna dokunulmasını sevmiyordu. Kısa süre içerisinde bunun gibi bir çok şeyini de öğrenmiştim.
Derin bir nefes alıp ellerini onun için kazıttığım fakat birazcık kendini belki eden saçlarıma götürdü. Okşarmış gibi sıvazladı. Gözlerim doluyordu. Lütfen, Tanrım. Şu an ağlamayayım. Güçlü durmalıyım. Onun için güçlü durmak zorundayım.
Boynuna öpücükler kondurmaya devam ediyordum. Elimde olsa her noktasını öperek kendi izlerimle onu renklendirmek isterdim ama elimde değildi. İstemek dışında bir şey yapamıyordum. Ona dokunamazdım, bu aşırıya kaçardı.
"Kitaplarımı sana bırakıyorum." dedi kısık sesle. "Benim için değerli olduklarını biliyorsun. Onları sana bırakacağım. Aynı zamanda Kkami'yi de. Ona iyi bak olur mu?"
Kafamı boynundan kaldırmadım, kaldıramadım. İçim gidiyordu. Ağladığımı görmemeliydi.
"Ağladığını biliyorum, Lixie. Göz yaşların boynumu ıslatıyor, sevgilim." dediğinde burnumu çekip omuz silktim. Aptallığıma gülmek istedim ama içimdeki acı buna engel oluyordu.
Sessizce ağlamaya devam ettim. Hiç değilse içimi dökebilirdim.
Elleri belime indi. Üzerine tamamen uzanıp kafamı göğsüne yasladım. Kalp atışlarını dinledim bir süre. En az benimki kadar hızlı atıyordu.
Nefesimi dışarıya verdim. "Seninle gelecek hayal ediyorum. Evlenip her gün göğsünde beni uyutmanı hayal ediyorum."
Aniden aklıma gelen şeyle zorla gülümsedim. "Belki birbirimizi keşfedip ardından da birbirimizi uyuturuz. Oldukça hoşuma gider."
Kafasını kaldırmıştı. Elleri tutuşunu sıkılaştırdığında masum şekilde sormuştu. "Bizim ilişkimizdeki baskın taraf kim?"
Aynı şekilde kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Ben tabii ki. Seme benim."
Göz devirdi. "İki kez kendimizi sakin gösterdik diye seme siz olmuyorsunuz, bay Lee."
"Öyle mi, bay Hwang?"
"Öyle."
"Deneyelim o zaman."
Hyunjin'in kaşları havalanırken kahkaha attım. Tatlılığına ölmek üzereydim.
"Şaka yapıyorum, Jin. Sen istemeden birbirimize dokunmak yok."
"Evlenmeden dokunmak yok klişesi gibi."
Müzipçe gülümseyerek kafa salladım. Onunla evlenmek...en büyük hayalim olabilirdi. Ergence bir sevme değildi benimkisi. Kısa bir süre içinde aşık olmuştum sadece. Gerçekten de aşık olduğumu hissediyordum. Gittiği yere kadar gitmesini istiyordum.
Hyunjin yerinde dikleşip beni kucağına oturtarak sessizce mırıldandı. "Eğer olur da yaşayamazsam üzül benim için ama asla kendini yalnızlığa mahkum etme. Sev benden sonra da, evlen, çocuk yap. Ya da belki evlat edinirsiniz. Adını Hyun koy tamam mı? En azından unutmazsın beni. Asla acı çekme benim için. Mutlu ol benim için de. Olur mu?"
Gözyaşlarım akıyordu tekrardan. İnanıyordu belki de yaşayacağına ama bir o kadar da korkuyordu. Öleceğini düşünüyordu. Ben de korkuyordum...
Elimin tersiyle gözlerimi silip gülümsedim. "İki evlat edinelim seninle. Bir kız bir erkek. Güzelce yetiştirelim onları. Sevgiyle büyütelim. Seninle birlikte yaşayalım."
Elini yüzüme koyup okşadı. Kafamı yana yatırıp avuç içini öptüm. Gülümseyerek göz kırptı. Bunun ne anlama geldiğini bilmesem de sormadım. O da sormama gerek kalmadan beni kucağına aldı. Ağırdım küçük cüsseli olsam da ama yine de kucağında bir kedi taşırmış gibi taşıması oldukça garibime gitmişti.
Odasına girip kapıyı kapatmadan benimle birlikte banyoya girdi. Hala ne yapacağını anlamaz bir ifadeyle yüzüne bakarken tek temiz hareketle tişörtünü çıkarıp kirli sepetine attı. Gözlerime bakıp fısıldadı. "Tekrar birlikte duş alalım. Bu son sefer olabilir o yüzden sen de gir."
Bir kez o duş alırken onu yıkamıştım. Gerçi o zamanlar saçları o kadar da az değildi.
Gülümseyerek ben de tişörtümü çıkardım. "Pekala. Sen istedin."
Derin bir nefes aldığını farkettiğimde gülümsemem genişlemişti. Beklemediğim anda ellerini çıplak belime yerleştirip dudaklarımızı birleştirdi. Hep beklemediğim anlarda yapıyordu bunu. Nefesim kesilirken boynuna doladım kollarımı. Vücutlarımız birbirine sürtündü. Bedenimden alevler çıkıyordu. Bu alevleri bir tek Hyunjin söndürebilirdi.
Alt dudağımı öyle emiyordu ki acıdığı için kısıkça inlemiştim. Belimi daha sıkı sararak beni kasıklarına bastırdı. Tekrar inlediğimde elini pantolonumun düğmesine götürdü. Dudaklarımızı ayırıp mırıldandı. "Bence evlenmemize gerek yok."
İstemsizce gülmüştüm. Bunu gerçekten istiyordu. Yavaşça geri çekilip pantolonumu çıkarmasına izin verdim. Bunları hiç düşünmeden yapıyordum. İlk seferim olacaktı ama bu umrumda değildi. Eğer onunla olacaksa her şeye razıydım.
"Bunu istemiyorsan söyle. Mecbur değilsin."
Konuşmaya gerek duymadan boynuna dudaklarımı bastırdım. Cevabını almış gibi nefesini dışarıya verdi ve pantolonumu bir kenara fırlattı.
Ellerim onun kemerine giderken artık korkmuyordum. Ne olacaksa olmalıydı.
O banyo bizim ilk ve hiç istemesem bile belki de son seslerimizi duvarları arasına sıkıştırıp içine hapsetmişti. Biz de birbirimize hapsolmuştuk. O banyoda birbirimize ait olmuştuk...