4. Bölüm

339 27 11
                                    

Medya: Damien Rice - 9 Crimes

Herkese merhaba arkadaşlar.

Bölümü okumaya başlamadan önce lütfen buradaki uyarıya bi' bakın.

Öncelikle yazdığım bu bölümde ana karakterden nefret edebilirsiniz ya da soğuyabilirsiniz. Fakat ben asla dört dörtlük bir karakter yazma taraftarı olmadım. Çünkü burada insanı kaleme alıyoruz, o yüzden diğer türlüsü sahte ve yapay geliyor bana.

Ayrıca bu bölümde +18 sahneler bulunmakta. Rahatsız olacak olanlar lütfen şimdi okumayı bıraksın. Zira yazmaya başladığım bu hikaye pembe dizi havasında pek olmayacak.

Onun haricinde kalanlar umarım beğenir ve yapıcı eleştirilerini beyan ederler.

Şimdilik bu kadar.

İyi okumalar dilerim...

******

Ani öfke nöbetlerimden nasibini almıştı antredeki aynalardan biri. Onun kırık parçalarına baktım ve parlak akislerindeki dağılmış görüntümle göz göze geldim. Saçlarım yağlanmış, bir cesetin katı soğukluğuna bürünmüştü yüzüm. Göz altlarımsa eroinmanlarınki kadar mordu.

Defalarca bir şeyleri parçalayan suçlu parmaklarımın soyulmuş eklemlerindeki kuru kan, vücuduma sinmiş mağlubiyetin pis kokusu... Büsbütün acizlik akıyordu paçalarımdan. Halbuki daha düne kadar sarsılmaz kişiliğiyle nam salmış bir adamdım. Ama şimdi neden o eski ben olamıyordum? Yoksa farkında olmadan gücümü bunca zamandır bitmiş olan o ilişkiden mi sağlıyordum?

"Saçmalık!"

Yerden sarsılarak ama hışımla kalktım. Başım fena dönüyordu. Alkolü fazla kaçırmanın sonuçlarından biri olmalıydı nitekim.

İkinci kata çıkacak hali kendimde bulamadığımdan, ilk kattaki banyoya doğru ilerledim. Biraz ayılmaya, ruhumdaki kıyıma ait olan somut emareleri vücudumdan silmeye ihtiyacım vardı zira.

Soğuk suyu açtım. Tenime iğne gibi saplanan her damlanın yüreğimdeki yangını söndürmesini bekledim ama olmadı. Yine de o konu hakkında düşünmemi kısa bir süreliğine engelledi, diyebilirim. Sıcak suya geçmek ise yalnızca bedenimi rahatlatmıştı, zihnimi hiç değil.
.
.
.
Ne kadar oldu banyoda duralı, bilmiyorum. Lacivert bornozumu giydiğimde parmaklarımın uçları buruşmuş, tenim birkaç ton açılmıştı sanki. Ve olabildiğinden daha ayıktım.

Saçlarımdaki yoğun ıslaklığı ve kuru zemini ıslatacak olan damlaları düşünmeden salona çark ettim ve koltuklardan birine kuruldum. Önümde şarabım, elimdeyse silinmesi gereken anılara dair son kalıntılar vardı. Şöminenin karşısında içkimi yudumlayarak var olmamışçasına yok etmeye başladım onları. Fakat işimin tam da ortasındayken telefonum çaldı. Arayan annemdi.

Çağrıyı yanıtlayıp telefonu sol kulağıma dayadım. "Efen...-dim." dedim hafif hıçkırarak.

"Duyduklarım doğruymuş..." Tenkit edercesine savrulan kelimelerini duyunca yüzüm biraz daha düştü. "...Ama ben dedim... O çocuk güvenilmez, onunla olmaz dedim ama dinleyen kim!.." Sitemlerini dikkate alacak, onunla tartışacak havada olmadığımdandı; "Yeter anne!" diye yükselişimin nedeni. Zira birçok şeye katlanmamı sağlayan o dirayet alınmıştı ellerimden. "Ben burada acı çekerken sen yine kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun. Birazcık... Sadece birazcık anla beni, inan başka bir şey istemiyorum senden."

Sessizlik... İşte ihtiyacım olan tek şey.

Konuşmayı neticeye bağlayıp uygun bir biçimde sonlandırmaya hazırlanırken, "Haftaya Noel'de oradayım." dedi ansızın. Dondum, kaldım. "Ben gelene kadar içmeyi bırak ve kendini biraz toparla. Biricik oğlumu dağılmış halde görmek istemiyorum. Yakında görüşürüz."

Evimdeki YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin