5. Bölüm

367 25 17
                                    

******

"Kapıyı aç! Yoksa kafanı uçururum."

Korku; toprak gibi üzerimi örtmeye devam etti, tırnaklarıma varana kadar ürperdim. Sanki damarlarımdaki kan değildi artık. Başka bir şeydi. Düşüncelerimse ihanet acısından ibaret sancılar olmaktan çıkmıştı. Şu an yalnızca endişeler ve olacakları bilememenin verdiği o belirsizlik geziyordu düşünce sokaklarımda.

Kar maskeli adam, kapıya bir parça daha güç uygularken arkaya doğru sendelememek için verdiğim anlamsız çabaları kafama dayadığı namluyla parçalamıştı çoktan. Bu yüzden sarsılarak geriye çekildim ve onun geçebileceği bir açıklık bıraktım. Silahı olduğu yerden çekmeden arkama geçti, kapıyı benimle birlikte sertçe itti. Üzerinden pis bir koku sızıyordu. Rögar kapağının altında yatan kanalizasyon şebekelerine benzer bir kokuydu bu.

"Şimdi dediklerime harfiyen uyacaksın." dedi hırıltılı, taviz vermek istemeyen kalın sesiyle. Diğer elinin boynuma dolanan parmakları kafamı sallamama bile imkan tanımıyordu. O yüzden, "Tamam." dedim gözlerimi aynı anda kırparak. Tedbiri elden bırakmak istemeyen yanının sarsılışına şahit oldum. Koyu kahve gözleri, ivmelenen iki bilye gibi odağından uzaklaşıp başka yönlere kayıyordu. Sanki bir şeyden ötürü güvenmeye ihtiyacı var gibiydi, ama neden?

Araştırmacı gözlerim çok geçmeden o nedeni tespit etti ve boynumda duran sağ eli, arka cebine doğru tereddütle yol aldı. İşte istediğim fırsat!

Sert bir metalin sesleri yayılırken kulaklarıma, serbest bıraktığı boynumu ansızın, var gücümle geriye attım. Ağzından gök gürültüsü gibi acı dolu bir nida koptu. Ve omzuna denk gelen darbenin yarattığı etki, bir şeyler yapmam için en sonunda yeterli zamanı tanımıştı bana.

Vakit kaybetmeden arkamı döndüm ve silahlı elinin bileğini kavrayıp çelik kapının üzerinde birkaç defa, hızlıca ezdim. Eklemlerindeki acı, aklındaki amaca ağır bastığında silah elinden düşmüştü. Sonra onu alelacele ayakkabımın ucuyla uzağa yolladım. Gözleri bir anlık silahın gittiği yere sabitlendi. "Bittin sen!" diye tısladığında, bundan daha kötüsünün yakında beni bulacağını düşündüm. Öyle de oldu. Üzerime atıldı. Savunma pozisyonuna geçsem de gücüm yerinde olmadığı için kendimi korumam zordu; hele ki bertaraf etmem, neredeyse imkansızdı. Ağır bir çuval gibi istediği yöne ilerletiyor ve duvardan duvara çarpıyordu bedenimi. Bükülemeyecek kadar kalın olan bileğine ve güçlü kollarına yaptığım baskıları ise nafile kılmıştı. Halbuki yaralı biriydi o. Her insan gibi bir zaman sonra güçsüz düşüp kendini yere bırakması gerekmez miydi?

Duvarla yüzleşen omurgam, bedenimde deprem etkisi yarattı. Acıyla inledim. "Beni alt edebileceğini sanman büyük saçmalıktı pulcino." Boğazımda konumlanan parmakları, nefesimi kesmek üzere hazır bekliyordu. İki elimle bileğini kavrasam da çekemedim onları oradan. "Ölmeden önce söylemek istediğin bir şey var mı?"

"Ö-Özür dilerim." dedim belki affeder de gelecek olan zararı biraz olsun azaltırım diye. Lakin parmakları, yaşamsal faaliyetime ket vurmak adına ölümcül bir hâl aldı.

"Bilerek yapılan hataları affedememe gibi bir huyum var, kusura bakma."

Kırbaç gibi şakladı kelimeler ve çırpınmaya başladım. Acıyı görmezden gelmek zordu nitekim. Ama yine de yaşama tutunmaya olan ihtiyacım, son kez bir açık yakalamanın peşine düşmüştü.

Kanayan yara...

Bileğini kavrayan sağ elimi pençe gibi yapıp kurşun yarasının üzerine sabitledim. Boğazımdaki basıyı biraz daha arttırdı ve ayağımı yerden kesti. "Bak hâlâ rahat durmuyorsun!" diye hırladı. Ciğerlerim oksijen açlığıyla kıvranırken gözlerim yaşarmış, bedenim fütursuz çırpınmalarına devam etmişti. Ölecektim. Bir sürü iyi ihtimali ardımda bırakıp, hayatıma değerli birini koyamadan yaşamım sönecekti suçlu bir yabancının ellerinde.

Evimdeki YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin