1.Bölüm

777 155 62
                                    

Nazlıdan...
Ölüm sanki yıllarca görüşmediğim uzaktan bir akrabam gibiydi. Önceleri arada sırada bir gazete haberiyle çok uzaklardan gelirdi, sonrasında biraz yakınlaşıp mahallemize kadar geldiği zamanlara şahit olmuştum. Aslında çok küçükken dibime dek gelip en sevdiğim arkadaşımı ziyaret etmişti, ama ailemin içine girip annemi ve babamı aynı anda elimden alabileceğini hiç düşünmemiştim.

Aslında ikisine bir şey olacak ve ben bir anda onlarsız kalacağım korkusu küçücük yaşlarımdan itibaren hep aklımın bir köşesindeydi. Böylesi anlarda biraz naza çekerdim kendimi, annem ve babam da korktuğumu gördüklerindeyse, her zamankinden daha fazla sarılıp öperlerdi beni. Özellikle de kardeşim doğduktan sonra bu korku en büyük silahım olmuştu.

O yıllar, onların söylediği her şeye inandığım yaşlardı. "Biz çok yaşayacağız kızım, hep senin yanında olacağız, hiç merak etme." derlerdi.

Oysa şimdi geri dönebilseydim, şu soruyu sormak isterdim onlara: "Anne, baba... Siz mi sözünüzü tutmadınız, yoksa ger çekleri bilip de benden mi sakladınız?"

Evet, şu anda tekrar o çocuk yaşlarıma döndüm sanki ve birisinin çıkıp, "Onlar hep senin yanındalar," demesini bekliyorum. Bunları kendi kendime söyleyecek bir olgunlukta hissetmiyorum kendimi. "Büyüdün artık, sen bir yetişkinsin," diye beni azarlayan yanımı susturmaya çalışıyorum. Şımarmak istiyorum ben ya; omzumun üzerinden gözlerimin ucuyla geri ye bakıp, ne zaman gelip de sıkı sıkı sarılacaklar diye beklemek istiyorum.

Oysa şu an gözlerim ve omzum yanıyor, içimde ne varsa söküp almışlar gibi... Bir yanımda boşluk hissi, bir yanımdaysa etlerim koparılmış gibi hissediyorum. Acı ve hissizlik zihnimin içinde ilk defa bu kadar yoğun ve aynı.

Arada bir gözlerim etrafımda yaşananları görüyor: Mezarlığa gelmiş onlarca insan, avucumun içinde kardeşimin parmakları, arada sırada yanan omzuma dokunan isimsiz ve kimliksiz insanlar... Herkes başını önüne eğmiş toprağa bakıyor. Sanki bedenim bu kargaşanın ortasında sabitlenmiş şekilde öylece duruyor; ama ruhum, doğum anımdan annemle babamı öldüren kaza anına kadar geçen otuz iki yılı sürekli başa sarıp izletiyor bana. Bedenim mezarlığa kadar gelmişse yaşananları kabullenmiş demek, ama hikâyemiz hâlâ ruhumda başa sarıp duruyor.

İlk defa bedenimle ruhumun birbirine küstüğüne şahit oluyorum. Üstelik bu şahitlik hiç de hoşuma gitmiyor. Bir sürü soru aynı anda nasıl sorulur ve sorulan bütün soruların cevabı aynı anda nasıl düşünülür, işte bunu yaşıyorum:

Neden Allahım?.. Kardeşim ne olacak?.. Neden ikisi birden?.. Arabayı ben kullanmak zorunda mıydım?.. Ne yapacağım şimdi?.. Canları çok yandı mı?.. Allahım, biz gelene kadar onları cennetinde misafir et, lütfen... Herkes şimdi buradan evlerine dönüp yemeye, içmeye, konuşmaya ve uyumaya mı devam edecek?.. Sadece benim için mi her şey durdu?.. Kardeşim ne hissediyor?.. Sağlığı onlarsız daha kötü olur mu?.. Bu acıyı o nasıl taşıyacak?.. Neden toprağın altında kalmaları lazım?..

Şimdi ben nasıl onları burada bırakıp eve gideceğim? Ben de diğerleri gibi yemeye, uyumaya, çalışmaya devam mı edeceğim?.. Nasıl?.. Nasıl?..

Ruhumu bir kez daha bedenime dönmeye zorlayan ellerden biri yeniden omzuma dokundu:

Selvi: Kızım, bak kardeşin yine heyecanlanmaya başladı... Hadi biraz konuş onunla, hadi kızım.

Nazlı: Tamam.

Şimdi fark ettim kardeşimin parmaklarının artık avucumun içinde olmadığını. Selvi abla sağ olsun, yine almış kollarının arasına Enes'i seviyor... Selvi abla, bu hayatta benim belki Enes'in de en çok sevdiği insanlardan biridir. Ama ben kardeşimle ne konuşacağımı, ona ne söyleyebileceğimi bilemiyorum ki! Annemiz babamız yok artık, gittiler mi diyeceğim?

Üzümlü Kek (AlNaz)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin