25.bölüm

729 71 141
                                    

*
*
*
*
Nobl' sizi seviiyoorree

*
*

Yemek saatimize iki saatten az kalmıştı seokjin yemeğe çıkacağız demişti ama ortada herhangi bir ses ya da eylem yoktu

Ben odasından çıktıktan, daha doğrusu odasından çıkıp lavabo kısmından sonra bir komutan gelmiş bu sabahki hareketim yüzünden bana ceza vermişti itiraz etmek için ağzımı bile açmamıştım çünkü bunu yapamazdım

Seokjinin es geçtiği şeyi onlar es geçmemiş benimle birlikte benim yüzümden yanan askere de ceza vermişlerdi

Sanki onlar nerden biliyordu seokjinin beni odasına götürüp ceza kesmediğini, zaten şu gelen meymenetsiz komutan sinirlerimi bozmuştu, sanki ona neydi

Keşke başta seokjin kesseydi cezamı şimdi bu kadar yorulmazdım. Şerefsiz adam kaç saattir getir götürünü yaptırıyordu bana

"asker bu kahve olmamış ben sana orta şekerli dedim sen gidip şeker basmışsın buna, koş git değiştir şunu çabuk!"

Ya sabır! ya sabır!

"köpükte olsun mu komutanım"

kasılan çenem ile sıkılı dişlerimin arasından konuşmuştum, evet derse köpüğünü gayet doğal bir biçimde kendi ellerimle pardon ağzımla yapacaktım

Şu an sinirden tek bir söz bile konuşmayan ben, tükürük bezlerimi bu amaçla kullanacaktım

"olsun tabi asker" işte şimdi keyfim yerine gelmişti, mutlulukla yarım ağız sırıtıp masasındaki kahveyi aldım

hayır taehyung kahveyi üstüne dökme fikrinden hemen şimdi vazgeç!

Tamam vazgeçtim, zaten köpüğü bendeydi... Sinirden titreteyen ellerimle kahveyi sıkı sıkı tutarak odayı terk ettim.

"muşmula suratlı meymenetsiz, masanın üzerinde belli bir ritim tutan o parmaklarını sana tek tek sokayım"

Kapıyı kapatır kapatmaz sinirle bir nefes verdim, belim ağırtmıştı resmen beni taa son kattaki arşiv odasına dosyalar için gönderiyor getirince bu değil diyerek tekrar ve tekrar getirtiriyordu.

Adımlarımı uzun koridordan dümdüz bir şekilde mutfağa doğru yönlendirdim, kaşlarım çatık duruyordu zira çok sinirliydim elimdeki fincana öldürücü bakışlar atarak önüme bakmadan yürümeye devam ettim çünkü bu fincana onun belki hiçbir zaman hayır için açılmayan ağzı değmişti

"asker!"

Aniden duyduğum sesle kafamı sinirle bakakaldığım fincandan çektim karşımda aklımdan bir saniye bile çıkmayan kişiyi görünce çatık duran kaşlarım gevşedi ve muhtemelen parlayan gözlerim ile sevdiğim adama baktım mutlulukla

sonunda be yiğidim! kurtar beni bu bataklıktan haşmetli erim,

iç sesimle gözlerimi onun sorgulayıcı duran gözlerinden çekerek ön tarafına indirdim, ta burdan belli oluyordu haşmetlisi o haki rengi dar pantolondan

Kafamı kaldırıp tekrar baktım karşımda tüm heybetiyle duran adama, onun da gözleri arada elimdeki fincana ve ben de gidip geliyordu kaşları çatıktı ve sinirli görünüyordu,

"Napıyorsun sen" sesi sert çıkmıştı ve gözleriyle gözlerimi delecek gibiydi yine ne yapmıştım ki ben bilmeden, durduğum yerde diz çöküp ağlamama az kalmıştı artık, burası çok baskı doluydu ve ben artık gerçekten dayanamıyordum

Sürekli emir altında olmak burnu havada komutanların her dediğini eksiksiz ve itirazsız yerine getirmek canımı sıkıyordu ama buna mecburduk askerler buna mecburdu yapmadıkları taktirde verdiği bunca emeklerine yazık olurdu

Yüzbaşı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin