Emre evin kapısını açarken bir yandan da kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ali'nin arabasını alıp çıkmıştı yola. Düşünceleri onun boğmayı bırakana kadar yol nereye götürdüyse oraya gitmişti. Bir karton sigara, biraz su ve biraz vodka ihtiyacı olan her şeyi karşılıyordu. Sahil yollarından gitti, görmediği denizleri gördü. Huzur aradı aslında. Her bir karış kumda huzur aradı. Boşa olduğunu bile bile. Farkındaydı, onun huzuru gerisinde bıraktığı her kilometre ile daha da uzaklaşıyordu ondan. Uyuduğu nadir zamanlarda Hürkan'ın şok içinde kendisine bakan gözleri peşini bırakmıyordu. Özlem daha ikinci günden fiziksel acı verecek dereceye gelmişti.
Ama alışıktı Emre. Özlemle, aşkla yanmaya alışıktı. Duyulmamaya, görülmemeye alışıktı. Şimdi de kendini vurduğu yollarda kimse görmüyordu onu. Sessiz çığlıklarını duyan yoktu. Yalnızdı. Arkadaşlarının endişesinin farkındaydı ama kimseyle konuşmaya yüzü yoktu. Harika giden bir dostluğu bozmuş gibi hissediyordu. Hepsinin hayatını mahvetmişti. Böyle okumamıştı Emre aslında. Aşkı bu kadar kaotik, bu kadar yıkıcı tanıtmamıştı şarkılar. Kitaplarda aşk bu kadar zalim değildi. 'Ya da kimse gerçekten sevmemiş bugüne kadar. Çünkü ben, aşkı dibine kadar hissediyorum.' Arabada ona Sezen Aksu, Cem Adrian ve daha nicesi eşlik etmişti. Ne diyordu Cem? 'Sana hiç yetişemedim. Hızına erişemedim. Aklımda bir söz vardı, sana hiç söyleyemedim. Her şey çok sevmekten.' Öyle ya, her şey çok sevmekten olmuştu.
İçeri girip kapıyı sessizce kapattı. 24 gün olmuştu apar topar bu evden çıkalı. Gözyaşları önünü görmesine izin vermiyordu ama durmamıştı. Şehrin sınırlarını aşana kadar durmamıştı. Sonra arabadan çıkıp gecenin o saatinde, etrafındaki kilometrelerce boş araziye doğru var gücüyle bağırmıştı. Bütün acısını sesine katıp boğazı yanana kadar bağırmıştı. Sözde unutmak için çıkılmış bu yolculukta bu bağırışı bile Hürkan duysun diyeydi aslında. Duyup gelsin, bir kere göğsünde dinlendirsin diye. Olmamıştı tabii. Kimse gelmemişti.
Sessiz adımlarla odasına ilerledi. Elini ışığa atmıştı ki, yatağında uzanan figür dikkatini çekti. Gölgesinden, odaya sinmiş kokusundan tanırdı bu adamı Emre. Yavaşça dolabın önüne oturdu, kollarını bacaklarına doladı ve özleminden kavrulduğu adamı izledi. Hürkan'ın yüzü ona dönüktü. Bir eli sıkıca başının altındaki yastığı kavramıştı. O kadar 'ait' gözüküyordu ki içi acıdı Emre'nin. Boğazındaki yumru gözlerinin yaşlarını hızlandırdı. Onca zaman araba kullanmanın, olabilecek en az düzeyde uyumanın ve tehlikeli sayılabilecek derecede az beslenmenin vücudunda yarattığı yorgunluğu bile unuttu Hürkan'ı izlerken. Gözleri karanlığa alıştıkça sevdiği adama daha dikkatli baktı. Yorgun görünüyordu Hürkan. Gözlerinin altı çökmüştü. Belli ki kilo da vermişti biraz. Teni solgundu.
Yerinden bir santim oynamadan saatlerce Hürkan'ı izledi. Bir ara rüya görüp görmediğini merak etti. Ne işi vardı ki Hürkan'ın onu evinde, hatta yatağında? Sonra rüyaysa da keyfini çıkarmak istediğine karar verdi. Bütün sevgisinin gözlerinde apaçık göründüğünden habersiz onu izlemeye devam etti. Ne kapıdan kendisine bakan Ali'yi fark etti ne de Umut'la fısıldaşmalarını. Yollarda aradığı huzuru kendi odasının yerinde otururken bulmuştu işte.
Hürkan huzursuz uykusundan sıçrayarak uyandı. Uyanır uyanmaz karşısında haftalardır beklediği adamı gördüğünde donup kaldı. Gelmişti Emre. Sonunda gelmişti. İstemsizce baştan aşağı bir süzdü Emre'yi. İyi görünmüyordu. Gözlerinin odağı kaymıştı, ellerinde belli belirsiz bir titreme görülüyordu. Yavaşça yerinden kalkarken Emre'nin tepkisizliği daha çok korkuttu onu. Gözleri açıktı ama görmüyordu sanki. Yanına adımlarken bir soru saplandı beyninin tam ortasına. Yaklaştığında yabancı bir parfüm burnuna dolacak mıydı? Başkasının kokusunun Emre'nin üstüne sinmiş olduğunu bir saniye hayal etmesi kanının kaynamasına yetmişti bile. İki adımda odayı aştı ve Emre'yi kolundan tutup hızla yerinden kaldırdı. Emre'nin zaten dönmekte olan başı bu ani hareketi kaldıramadı. Hürkan daha ağzını açamadan Emre kollarının arasına yığıldı.
"Ali! Umut!"
Panikle arkadaşlarına seslenirken kollarındaki adamın nabzını kontrol etti. Çok yavaş ama düzenliydi Emre'nin kalp atışları. Bir kolunu başının diğerini dizlerinin altına koyarak esmer çocuğu kaldırdı. Kapıda yüzüne panikle bakan Ali ve Umut'a döndü.
"Bir şey yok. Bayıldı sadece ama nabzı çok yavaş. Kim bilir ne zamandır doğru düzgün bir lokma geçmedi boğazından. Hastaneye götüreceğim."
"Ben götüreyim Hürkan. Hastaneden çıkınca konuşursunuz."
Hürkan istemsizce kollarındaki çocuğu göğsüne bastırdı. Bırakmayacaktı. Gözünün önünden bir saniye bile ayırmayacaktı artık onu.
"Onu kollarımdan alabilmek için cesedimi çiğnemen lazım."
Daha fazla beklemeden önce odadan, sonra evden çıktı. Arabaya binerken Ali'nin arabasına binen ikiliyi fark etmedi bile. Emre'yi arka koltuğa yatırırken fısıldadı.
"Bu kadar kolay kurtulamazsın benden. Konuşacaklarımız var."