6

7.6K 816 595
                                    



Hayatımda yaptığım tek spor aktivitesi spor salonunda kas yapmaktı ama ben bir çocuk uğruna basket maçına gelmiştim! Son 24 saat içerisinde izlediğim basket maçlarının da bir faydası olduğunu zannetmiyordum. Yani şuan yapabileceğim tek şey Minho'nun maçtan sonra -ki o da maçtan sonra benimle konuşursa- maç hakkında bir şey sormamasını ummaktı.

Tribünler yavaş yavaş dolarken telefonumu açıp mesaj var mı diye baktım. Yoktu. Belki de çoktan beni unutmuştu...

Dün akşam adresi ve saati atmış, geleceksen haber ver demişti. Ben de sabah kalktığımda ona geleceğime dair bir mesaj atmıştım. Aldığım cevap ise kuru bir tamamdı. Sağol ya Minho!

Salon resmen tıka basa dolmuştu. Cidden herkes basketbol maçı için mi gelmişti yoksa erkek kesmek için mi? Ben ikinci topluluğa giriyordum sanırım..?

Salona erken geldiğim için önlerde bir yerde oturuyordum ama bu durumdan şuan hiç memnun değildim çünkü kafama top yeme olasılığım yüksekti.

Salonda yükselen çığlıklar ile kızların işaret edip bağırdıkları yere baktım. Okul takımı sahaya çıkıyordu. Takım resmen yakışıklılar kadrosu gibiydi ama tabii benim gözüm sadece Minho'yu görüyordu... Arada bir gözüm kaymış olabilir tabii.

Minho çıkar çıkmaz salonda gözlerini dolaştırmaya başlamıştı. Tam bir enayi olduğum için tabiki üstüme alınmış ve dikdik ona bakmaya başlamıştım. Gözlerimiz sonunda buluştuğunda bana bakıp gülümsemişti. Şimdiden az önce çığlık atan kızların bakışlarını hissediyordum. Gülümsemesine karşılık verip el salladım. Açık kahve saçları ve güzel gülümsemesiyle tamamen bir şaheserdi.

Koç olduğunu tahmin ettiğim kişi Minho'yu omzundan ittirdiğinde bakışmamız bozulmuştu. Çığlıklar diğer takımın da gelmesiyle tekrar duyulduğunda hiç istifimi bozmadan Minho'yu dikizlemeye devam ettim. Suyundan bir yudum alıp yanaklarını şişirerek ağzında tutmuş, koçun anlattığı şeyi dinliyordu. Suyu yutarken hareket eden adem elması ise... Çocuğu izlemek bile fena bir şekilde azdırabiliyordu beni... Bir an önce bu maç bitmeliydi.

***

Salon yavaş yavaş boşalıyordu ve ben kalkıp gitmeli miydim yoksa beklemeli mi bilmiyordum. Minho ve diğerleri sahada boş buldukları yere kendilerini atmış yorgunluklarını dindirmeye çalışıyorlardı. İyi yanından bakarsak, kazanmışlardı ve Minho bugün üstünü çıkarmamıştı. Yani o güzel vücudu sadece bana ve takımındakilerine özeldi. 

Minho'nun kalkacağı olmadığı için eve gitmek en iyisiydi. Ayağa kalkıp telefonumu cebime attım ve maç sırasında terlediğim için çıkardığım ceketi koluma attım. Kolsuz bir t-shirt giyip üzerine ceket giyen bir manyak olmak zordu.

Kapıya doğru ilerlerken sesine de ayrı düştüğüm çocuğun bana seslenmesi ile durdum. "Han Jisung!"

Arkamı döndüğümde bana doğru yürüyen Minho ile göz göze geldim. Terlediği için saçları alnına yapışmıştı. Ve aynı şekilde üzerindeki forma da. 

"Nereye kaçıyorsun?" Yanıma ulaştığında kolumu tutup beni tekrar salona doğru çekiştirmeye başlamıştı.

"Kaçmıyordum, yorulmuşsundur diye..." Kenardaki oturaklardan birine kendini atmış, beni de yanına çekmişti.

"Yoruldum ama konuşamayacak kadar da değil. Hem seni davet eden benim." Verecek bir cevap bulamadığım için susmayı seçip onu dikizleme işine tekrar dönmüştüm. Gözlerini kapatmış, kafasını arkaya atmış duruyordu. O an aklıma gruba yazdığım dudağına yapışma mesajı geldi. Anlık bir gazla onu düşüncesi aklımdan geçmiş, ama aynı hızla ayrılmıştı.

"Çok iyi oynadın bu arada..." Aslında bunu bilemezdim çünkü sadece onu dikizlemiş, oyun hakkında bir şeye dikkat etmemiştim. Ama iltifat etmem gerekirdi.

"Eyvallah." Evet tekrar hoşgeldin keko Minho... Biraz çift kişilikli gibiydi Minho. Bir an normal konuşuyor, iki saniye sonra mahalle abisi moduna geri dönüyordu. Ama ben sanırım iki haline de düşüyordum. " Neden oynamıyorsun?" Sorusuyla ona döndüm.

"Ne?"

"Basketbol diyorum. Hani çok seviyormuşsun ya." Gözlerini açmış beni izliyordu. O bana böyle bakarken nasıl odaklanabilirdim!?

"Ah... Söylemiştim, izlemek hoşuma gidiyor." Küçük bir kıkırtı bırakıp dudaklarını ıslattı.

"Başka bir şey ilgini çekebiliyor olabilir mi?" Sorusuyla sertçe yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. Anlamıştı işte. Öyle öküzün trene baktığı gibi çocuğu dikizlersen anlar tabii. 

"A- Hayır ben... Yani..."

"Tamam sakin sincap çocuk. Hangisinden hoşlanıyorsan söyle, aranızı yapabilirim." Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Neyse ki salaktı. "Jeongin mi? Kardeşim gibidir benim, konuşayım mı?" Tamam, biraz sıçmış olabilirdim ama en azından hoşlandığımı anlamamıştı! Şu Felix'in hayata iyi yanından bakmak lazım konuşmalarını fazla dinlemiştim... "Ayarlayayım mı sana?Aloo! Sana diyorum sincap çocuk." Kolumdan dürtülmem ile tekrar ona döndüğümde bir şeyi farketmiştim. Minho bana sincap çocuk diyordu... Bana lakap takacak kadar sevmişti yani... 

"Ha? Evet aynen." Neyi kabul ettiğimi bilmiyordum ama çok önemli olduğunu zannetmiyordum. Keşke direkt kabul etmek yerine tekrar sorsaymışım...

" Sen merak etme. O iş bende kardo." O an çok saçma bir şeyi kabul ettiğimi anlamıştım ama artık geri çeviremezdim. Kafamı sallayıp gülümsedim. "Bu arada, sen şu Chan ile arkadaşsın değil mi? Bir kaç kere gördüm sizi birlikte." 

Başımı salladım. "Arkadaşımın abisi ama yakınız." Her şeye saçma saçma cevaplar verip açıklama yapıyordum. Saçmalıyordum yani. Daha fazla kendimi rezil etmeden tüymem gerekiyordu. "Ben gideyim, sen yorgunsun." Ayağa kalktığımda o da benimle birlikte kalktı.

"İyiyim ya ben, kal istersen." 

"Yok gideyim. Teşekkür ederim davetin için." Elini açıp uzattığında anlamaz bakışlar attım. Bir şey mi istiyordu? Göz devirip elimi tuttu ve kendi eline çarptı.

" Tokalaşmayı bilmiyor musun oğlum sen?" Az önce resmen keko tokalaşması öğrenmiştim..

"Hayır..." 

"Tam Jeonginliksin sen. O da böyle elit takılıyor falan." Bahsettiği Jeongin'in ne alaka olduğunu anlamam pek zor olmamıştı. Sevdiğim çocuk bana manita yapmaya çalışıyordu şuan...

"Görüşürüz." El sallayıp yanından uzaklaştığımda arkamdan görüşürüz dediğini duymuştum. Nasıl her şeyi bok edebildiğimi anlamıyordum... Konu ne ara Jeongin denen çocuğa gelmişti? Ben niye mal gibi duymamıştım mesela?

Salondan çıkıp otobüs durağına doğru yürüdüm. Acilen Chan hyungla konuşup akıl almam gerekiyordu... 

***

ne yazıyoommm

minho sen baya yanlış anladın kardommm

kontrol etmedim ehe

umarım beğenmişsinizdir

baii

Story | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin