-einaudi: experience
'
Nefret ediyordum. Hayatımdan, insanlardan, kurallardan, hayvanlardan, bitkilerden... Aklıma gelen her şeyden, görüş acıma giren her şey iğrendiriyordu artık beni. Hayat gün geçtikçe kötülüklerini bana gösteriyor, insanlar gittikçe daha da midemi bulandırıyordu.
İnsanların zihninde dolandırdığı o dokuz kuyruklu yalanları; nasıl bu kadar hızlı ve pervasız bir şekilde dudaklarına mühürleyip kilitlediklerini anlayamıyordum. İnsanlar o kadar kirlenmişti ki; artık gözleri bile afallamadan, bir kere bile kırpılmadan yalan söyleyecek hale gelmişlerdi.
İnanamıyordum insanlara. Bu kadar acımasız oluşlarına da insanların hayatlarını bu denli nasıl karartabildiklerine de inanamıyordum. Bir çocuğun ümitlerini, geceleri uyumadan önce masumca düşlediği hayallerini, bedenini, nasıl böyle darmadağın bir çocuğu geride bırakıp her şeylerini alarak yollarına devam edebildiklerini anlayamıyordum.
İnsanların ailesi ilk sığınaklarıdır. Ama benim sığınağım o kadar iğrenç, o kadar acımasızdı ki ben hayata ilk o sığınağımda küsmüştüm. Kendime, zihnimdekilere, dudaklarımdan titrekçe çıkan her nefese isyan ettim yıllarca. Asla kurtulamadım o iğrenç sığınaktan. Asla çaresiz hissettirmedi beni hiçbir şey; insanların aile olarak nitelendirdiği o sığınak kadar.
Benim büyüdüğüm o eve aile demem de beni büyüten o insanlara anne ve baba diye hitap etmek de o kadar rahatsız edici, o kadar iğrenç bir söylemdi ki diğer güzel kalpli tüm insanların hakkı yenirdi ben onlara öyle hitap etseydim.
'Mutlu bir aile erken bir cennettir' der George Bernard Shaw. Benim ellerimden cennetimi, benim ellerimden hayallerimi utanmazca ve acımasızca alan insanlar benim nasıl ailem olabilirdi ki?
14 yaşındaki zihnimin hiçbir şeyi anlamlandıramadığı; sadece onlara saygı göstermemin ve onları sevmemin yeterli olacağını sandığım karmaşıklıklarla dolu hali, öyle iğrenç bir hayatı onların bana sunacağını nereden bilebilirdi ki.
Daha 14 yaşındaydım babamın geceleri beni utanmazca odama kendi kendisine davet ettiği o gecelerde. Daha 14 yaşındaydım annemin ağlayışlarıma susarak sadece babamı dinlediği o zamanlarda...
14 yaşındaki bir çocuğun korkuları neler olabilirdi ki? Okuldan getirdiği düşük notlar, ya da sadece eve birkaç dakika geç girdiğinden dolayı ailesinin endişelendiği için sesini yükselttiği anlar harici. Ya da kaybedilen birkaç won harçlığın korkusu dışında ne olabilirdi ki 14 yaşındaki bir çocuğun korkusu?
Benim korkularım neden bu kadar masum, bu kadar acemi olmamıştı ki o zamanlar. Ben neden her gece insanların ev diye nitelendirdiği o yerden kaçmak için mum ışığında planlar yapıyordum ki titreyerek. Neden bir elim ucu zar zor açılmış olan kurşun kalemi dengesizce tutarak okuldaki bir dersin defterine bir şeyler karalıyor, bir elim ise yan odadaki beni büyüttüğü için her zaman susmam gerektiğini düşündüğüm o insanların sırf hıçkırıklarımı duymamaları için dudaklarımı sıkıca kapatıyordu ki...
Kendi bedenimden bile nefret ediyordum. Ellerimin kendi tenimin üzerine temas etmesi de kıyafetlerimin bedenimi sarmalaması da midemi bulandırıyordu. Temasın getirdiği o sıcaklık her zaman tenimi ürpertiyor, zihnimi donduruyordu. Bu yüzden her zaman nefret ettim sıcaktan. Sıcak olduğunu hissettiğim her anlarda ya birkaç gözyaşım akardı dudaklarımdan ya da anlamlandıramadığım o sıcak eller bedenimi tereddüt dahi etmeden turlardı.
Sıcak beni çırılçıplak elleriyle her zaman boğardı.
'Aile, kralların bile giremediği bir kaledir' der Ralph Waldo Emerson. Benim hatıralarımda silikçe beliren o kale benim her zaman hapishanem olmuştu. 14 yaşındaki bir çocuğun erken cenneti olması gereken insanlar benim ebedi cehennemim olmuşlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ya' Aburnee |taekook|
Fanfiction"Benim biricik küçüğüm. Seni dünden daha çok, yarından daha az seviyorum. Ama seni en çok bugün seviyorum..." "Bu söz kimin peki?" "Bu söz ise Kim Taehyung isimli bir aşığa ait küçüğüm. Ne ünlü bir yazar ne de ressam. Sadece, fazlaca aşık bir adam...