-Bölüm 12-

97 11 62
                                    

Mutlu akşamlar Canlar,
Bölüm araları açık maalesef ama her seferinde uzun uzun bölümlerle gelişim, biraz telafi ediyordur umarım.
Hayatımdaki stres yükünün bir kısmını attım ve umuyorum ki bu bana yeniden keyifle, düzenli bir şekilde yazabilmeyi geri getirecek.
O zamana kadar belki sizler de biriken bölümleri okursunuz.

Keyifli okumalar. Seviliyorsunuz❤️💋
*  **  ***
Bölüm 12; Bahar Şenliği Değil de Cemre Düştü Şenliği mi Deseydik...

Bütün akşam ortalıkta olmayan rüzgâr, yemeğimin en keyifli anları olan son kısımlarını zehir etmeye yeminli miydi nedir? Kokoreç yerken iyiydik yine ama sosislimle sıkıntısı neydi bilmiyorum ki! İki kere yer değiştirmiştik. İnadına yapar gibi ben ne tarafa geçsem arkama dönüyordu rüzgâr da. En sonunda inatlaşmaktan vazgeçtim. Saçlarım ağzıma gözüme de girse ketçaba da bulansa bana ne deyip pes ettim.

Olan, Takıntılı Komiser kişisine oldu. Rüzgâr savurdu saçlarımı yüzüme, o çekti. Saçlarım yemeğime girmesin diye, daha esinti gelmeden siper oldu ama onun çabaları da yetmedi. Kendi yemeğini üç lokmada yutup çattı kaşlarını, aldı ıslak mendili eline. Ketçaba değen her bir saç telime anında müdahale etmeye, tek tek silmeye koyuldu.

O debelendikçe daha da küçük lokmalarla yedim ekmekten kalan azıcık parçayı. Sanki biraz önce, yarım ekmeği eline almasıyla mideye gömmesi bir olan ben değilmisim gibi!
Yüzüne baka baka gülemedim ama etrafımızdaki şenlik halt etsin, asıl şenlik benim içimdeydi.

Bir kere pes etsin, 'Yeter, bitir artık şunu!' desin diye bekledim. Of bile demedi...

Ama yemekti bu da nihayetinde, bana rağmen bitti. Medillerden biriyle temizlediğim ellerimi, son bir ayda erimemiş gibi kendini belli etmeye başlayan göbeğimin üzerine yerleştirdim. Davul gibi gerilmişken pat pat vurup arkama kaykılmadan yemeğin keyfi çıkmazdı.

Tabii hesapsızlık benim göbek adımdı!

Kapanan gözlerim, arkama kaykılırken ayarı kaçırınca içimde patlayan sessiz çığlıkla birlikte açılıverdi. Neyse ki refleksleri sağlam ve saçlarımla uğraşırken hâlihazırda bana doğru eğilmiş bir Komiser kişisi hazırda bekliyordu. Ellerimden tuttuğu gibi çekip doğrulttu beni.

Hah, dedim artık bu defa azarlamadan ama azarlamaktan daha gıcık bir tondan yapıştıracak 'çocuk gibisin' diye. Onu da yapmadı...

Tatlı tatlı başını salladı iki yana, küçük masadaki kaseden bir mendil daha alıp açtı. Uzanıp çenemi tuttu. "Gel buraya," dedi yumuşacık bir sesle. Saçımdan bulaşmış olması muhtemel ketçabı yanağımdan temizledi.

"Bu akşam, Sapık Kasaba Komiseri değil de Halk Kahramanı olduğunu ispat et diye evren sana çalışıyor olabilir mi?"

"Bir ömür çalışsa seni ikna edemez. Etse mutlaka yeni bir şeyler bulursun ama denemesine itirazım yok," derken çenemden ayrılmadan önce başparmağı, dudağımın köşesine dokundu. Alt dudağımın orta noktasına kadar ilerledi, hafif bir baskıyla aşağı doğru kaydı.

Tam şu an, 'Sen de dokunmaya fırsat kolluyorsun, Komiser. Yer mi Cemre bunları!' demem lazımdı da bakışlarından ayrılabilmeliydim önce.

Kendimi neden bu yakınlıkla sınıyordum, aklım mı kıttı acaba biraz? Adam dokundukça kalbimin ritmi şaşıyor, aklım bir karış havalanıyordu ama inadına yakınıma çekiyordum. Karşı koyacağım dedikçe çanak tutuyordum.

Mutlaka bir şey çıkıyordu, biz birbirimizi yan yana buluyorduk. Her seferinde bir adım daha yaklaşıyorduk. Aramızdaki görünmez duvarların biri daha, hiç var olmamış gibi kayboluyordu.

KOR - Beşinci Element: Aşk I Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin