SON

327 51 26
                                    

Her gün, son zil çaldıktan hemen sonra, kütüphaneye gidiyordum. Sol tarafta, üçüncü bölümde, dördüncü rafın hemen önünde, erkek arkadaşım, yüzünde içten bir gülümseme ile beni bekliyor oluyordu.

Artık gizli notlar ve tüm o yazışmaların olmadığı yeni dünyamda, beni mutlu eden o güzel çocuk orada dikiliyordu. Her gün kalbimin daha hızlı çarpmasına neden olan, her gün daha fazlasını istediğim sevgilim.

"Selam yabancı," dedim, elini tutarken, ilk günkü gibi bu ufacık temasla bile eriyordum. Yeşil gözleri beni görünce aydınlandı, "Çıkalım mı?"

"Mahir ve Sonya ne yaptı?" diye sordu.

"Sonya eve gidip hazırlanacak. İstersen öncesinde bize gidip film izleyebiliriz?" heyecanla öne arkaya salınarak cevap vermesini bekledim. Günlerden Cumaydı ve biz çifte randevuya çıkacaktık. "Eğer sen olmasaydın kim bilir daha ne kadar bekleyecektik bu salakların bir araya gelmesi için."

"Sanmam, çok da uzun sürmezdi bence."

"Evet, ben de yıllardır kendime böyle diyordum." kıkırdadım ve hemen sonrasında Savaş'ın tuhaf bir havada olduğunu fark ettim. Parmakları kitapların sırtında dolanırken sanki aklı çok başka bir yerde gibiydi.

"İyi misin?" ellerimizi sallayarak yüzüme bakmasını sağladım.

"Evet, iyiyim, yalnızca, düşünüyordum da,"

"Neyle ilgili?"

Bir kaç saniye sonra boşta olan elini, ceketinin cebine atıp, tereddüt ederek telefonunu çıkardı. Ekranı aşağı doğru kaydırarak bir şey arıyordu. Az sonra yine aynı çekimser ifadeyle ekranı bana döndürdü. Twitter hesabıydı. Tandık bir yüzün hesabına bir kaç saniye baktıktan sonra anlamaya başlamıştım.

"Devrim'in hesabını mı buldun?" biraz şaşırmıştım. Çünkü hafta boyunca bir daha konu açılmamıştı. Konuyu düşüneceğini söylemişti ama ben daha çok geçiştirdiğine inanmıştım galiba. Böyle bir şey yapmanın ne kadar zor olduğunu  da tahmin ettiğim için bir daha konuyu açmamıştım. Yanılmışım.

"Buldum." telefonu tekrar cebine koydu. "Mesaj atmalı mıyım emin değilim?"

"Hazır değilsen bekleyebiliriz."

"Sanki bekledikçe hep bir bahane bulacakmışım gibi geliyor."

İşte bu çok doğruydu. Ve düşündüğümü anlamış gibi bana bakıyordu.  Oflayarak, omuzlarını indirdi, kafasını arkaya atıp rahatlamaya çalışıyordu sanki. Onun sıkıldığını gördükçe, benzer bir duygu benim de içimde büyüyordu. Böyle hissetmesini, daralmasını istemiyordum.

"Hadi gel." elinden tutup, masaların tarafına doğru onu çekmeye başladım. "Okul bilgisayarını kullanabiliriz. Nihat hoca bizi yakalamadan otuz dakikamız falan var. Sen aklındakileri yazarsın, ben de okumuş olurum?"

Avucumun içindeki elinin stresten terlediğini hissediyordum, "Bir deneyelim ama yine istemezsen, başka zaman yapabiliriz. Gerilmene gerek yok."

Tereddütlü bir şekilde benim adımlarıma uyum sağladı. Yavaş yavaş bilgisayar masasına doğru ilerledik. Onu daha önce de böyle tereddütlü görmüştüm ama bu sefer sanki her an vazgeçip gidebilecekmiş gibi görünüyordu, sanki kaçacak alanı veya zamanı kendine tanımak için bilerek ağır hareket ediyordu.

Sandalyeyi çektim. Bir tanesine ben oturdum ve bilgisayarın tam önündekine de onun oturmasını bekledim. Konuşmadım. Sabırlı bir şekilde karar vermesini istiyordum. Sonuçta ufak bir adım değildi atacağı ve içine sinmesi çok önemliydi. Onu hiçbir şekilde zorlamak istemiyordum, daha sonra pişman olmasını istemiyordum. Az sonra yanıma oturdu. Bilgisayarı açıp, ellerini klavyenin üzerine uzattı.

K'den NotlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin