Evdeki herkes uyuyor. Ben ise mutfakta kalbimdeki yepyeni heyecanla kahvaltı hazırlıyordum... İçim kıpır kıpırdı...
Odamıza giriyorum ve büyük yatağımızda birbirlerine adeta sarmalanmış Andreas ve Louisa Alin'i görüyorum. Yanlarına ilerliyorum, bir süre sessizce onları izliyorum. Babasının göğsünde ellerini birleştirmiş, huzurlu bir uykuda olduğu belli olan kızıma bakıyorum, sonra çenesini kızının başına dayamış, sıkı sıkı sarmış sevgilime bakıyorum. Kocaman gülümsüyorum! Bu tabloya eklenecekleri düşününce kalbim daha da pır pır atıyor.
Doğru tahmin ettiniz... Ben hamileyim!
Yatağın boş kısmına oturuyorum ve ellerimi Andreas ve Louisa Alin'in iki yanına sabitliyorum. Sonra Andreas'ın yanağına dudaklarım dokununca, bir öpücük bırakıyorum. Sarı, kıvırcık saçlarını okşuyorum biraz. Kızıma dönüyorum, sarı saçlarının tonu aynı babası gibi olan fakat, düzlüğünü benden almış saçlarını okşuyorum. Düz saçları, uykuda olduğu için biraz dağınık tabii.
Kıpırdanıyor. Yüzünü bana çevirince burnundan öpüyorum. Gözlerini açıyor.
"Anneciğim..." diyor.
"Günaydın, fındık burun!" diyorum.
Beni kendine çekip, sarılıyor. Dudaklarımdan sevgi mırıltıları dökülüyor.
"Anneciğim, babam çok sıcak... hiç kalkmak istemiyorum. Hem baksana, nasıl sarılmış bana... Sen de gelir misin yanımıza, lütfen?"
Kibarlığına dudak büküyorum şirince.
"Gelirim, tabii ki bebeğim!" diyorum.
Daha sonra Louisa Alin'in boş bıraktığı yere uzanıyorum.
Ellerimi, Andreas'ın ellerine götürüyorum direkt olarak. Sıkı sıkı sarılmış parmaklarını çözüyorum. Parmaklarına parmaklarımı kenetliyorum. Uykuda olmasına rağmen parmaklarına sokulan parmaklarımı hissediyor olmalı ki, elimi acıtmadan sıkıyor.
Zaten o beni hiç acıtmaz ki... Hep iyileştirir.
Alin, babasına doğru dönüp, hızlıca yanağını öpüyor. Daha sonra daha da hızlanıyor öpücükleri. Ben ise kahkaha atıyorum yavaşça. Andreas sonunda gözlerini açıyor. Gözleri hemen, ona yukarıdan bakan Öpücük Canavar'ına bakıyor. Yani Alin'e.
Sonra başını çevirip, bana bakıyor.
"Günaydın, Mon amour ve Mon petit..."
(Fransızca- Küçüğüm.)"Günaydın, babacım!" diyor Louisa Alin.
"Günaydın, sevgilim!" diyorum.
Daha sonra Alin, babasının üstünden atlayıp, odasına gidiyor.
"Yanıma gelin hanımefendi." diyor Andreas.
"Yanına gelmeyeceğim..." diyorum. Anlamaz gözlerle bana bakıp, alınır gibi dudak büküyor.
"Kalbine uzanacağım." diyorum ona sarılıp, başımı sol göğsünün üstüne yerleştirerek.
Keyifli bir soluk veriyor.
"Andreas..." diyorum. "Sana söylemem gereken bir şey var."
"Söyle,bebeğim?" diyor saçıma öpücük kondurarak.
"Sevgilim, sen," diyorum kalbimin güm güm atmasını umursamayarak. "baba oluyorsun!"
"Doğru mu duydum? Ben... baba mı oluyorum tekrar?" diyor şaşkınlıkla.
Dudak büküyorum güzelliğine karşı.
Yatakta doğruluyor. Ben de başımı göğsünden kaldırıp, yüzüne bakıyorum.
Ellerim yüzünü okşuyor.
"Evet, içerde, " diyorum karnımı göstererek. "Sen babası olduğun için çok şanslı olan küçük bir kalp daha var."
Elimi kalbine götürüyorum. Kalp atışlarını hissediyorum... Güm güm atıyor. Bu vuruşları unutma, diyorum kendime. Bu vuruşlar, bu adamın sana deli gibi aşık olduğunun kanıtı.
Daha sonra, dudaklarıma yaklaşıyor ve küçük bir öpücük bırakıyor.
"Seni çok seviyorum, bir şiirin en güzel dizesi... "
Burunlarımızı birbirine değdiriyorum.
"Seni çok seviyorum, her şeyim..."
Bu lafın gelişi bir söz değildi benim için. O gerçekten benim her şeyimdi. İlk arkadaşımdı, ilk aşkımdı, sevgilimdi, eşimdi, ve o benim "Evimdi..."
"Hadi," diyor Andreas. "Mon petit abla olacak, ona da haber verelim."
Mon petit'in anlamı Fransızca'da "küçüğüm" demekti. Andreas'ın bana tabirini biliyorsunuz, Mon amour, diyor bana. Kızımıza da bu ismi taktı. Oldukça hoş olduğunu söylememiştim galiba?
Kızımızın odasına giriyoruz. Yerde oyuncaklarıyla oynar bir şekilde buluyoruz onu. İkimiz de ona burada olduğumuzu belirten bir ses verip, yüzünü görebilecek bir şekilde yere oturuyoruz.
Gülümseyerek bize bakıyor. Küçük dişleri çok tatlı gözüküyor.
"Mon petit," diyor babası. "Sana bir haber vermek istiyoruz."
"Ne haberi, Anneciğim, babacığım?"
"Fındık burunlum," diyorum. Elimle karnımı gösteriyorum. "Burada küçük biri var, ve eminim o, sana abla demek için sabırsızlanıyordur."
Şaşkın gözleri büyüyor, dudağının kenarı kıvrılıyor, ve ellerini çırpıyor.
"Onunla tanışabilir miyim?" diyor bize doğru.
Andreas ile gülümsüyoruz.
"Tabii ki!" diyorum.
Ürkerek yanıma yaklaşıp, Sweat tişörtümü göbeğimi açık bırakacak kadar açıyor.
Sonra, eliyle karnımı okşuyor.
"Burada mı?" diyor.
"Evet, orada." diyorum kısık, ama şefkatli bir sesle.
Daha sonra tam "Babasının kızı!" diyeceğimiz bir olay yaşanıyor.
Kızımız kardeşine;
"Merhaba, Mon amour!" diyor.
Andreas'a bakıyorum. Gülüyor. Sonra onu dürtüp;
"Senden öğrenmiş." diyorum gülerek.
Andreas da gülerek başını sallıyor.
"Babam hep Anneme, "Mon amour" diyor kardeşim. Sen de benim "Mon amour'um olur musun?"
Andreas ile tekrar kıkırdayıp, Louisa Alin'i iki yanağından öpüyoruz.
Eskiden lanetli olduğuna inanan Berceste'nin, artık bir ailesi var ve o aile, gün geçtikçe büyüyor. Yazın bunu bir kenara...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN SANCISI
Teen FictionBerceste Gül, her şeyi arkasında bıraktığını sanıp,Fransa'da yeni bir hayata başlamak istiyordur.Yalnız kalmak istiyordur Berceste. Yaşadıklarından,hayatın sert yüzünden dolayı... Ama Fransa'da tanıştığı Andreas, Berce'nin hayatında büyük bir değişi...