Sarılmamızdan sonra, koltuğa geçip yanyana oturmuştuk. Ona sormadan kollarının altına girmiştim küçük bir civciv gibi.
O da beni kollarıyla sarmalamıştı hemen. Şuan da kulağıma fransızca bir şarkı mırıldanıyordu. Şunu da yeni farketmiştim ki; sesi oldukça güzeldi.
"Evini özlüyor musun? Zor şeyler yaşamışsın biliyorum ama, ev sonuçta yani..."
İçimden geldiği gibi cevap verdim. Saklamadan, örtmeden...
"Evimdeyim şu an zaten. Senin kollarında ev sıcaklığı var."
Saçlarımı öptü.
"Sen özlüyor musun evini?" diye sordum.
"Annene çok düşkünmüşsün, küçükken bir orada bir burada olmak seni yormuşa benziyor?""Sen bu yorgun adamı dinlendiriyorsun." dedi.
Saçlarımda bir nefes aldı."Kokunu aldığım her an," dedi.
Elimi tuttu.
"Ellerini tuttuğum her an," dedi.
Yanağımı nazik, incitmekten korkarmış gibi öptü.
"Bu yanaklarını öptüğüm her an, ben dinleniyorum."
Başımı kaldırıp, yüzüne baktım sonra. Titreyen ellerimle yüzüne ulaşıp, okşadım.
"O küçük kız çocuğu var ya hani? Görülmeyen... Sana çok aşık." dedim söylediğime kendim bile inanamayarak. Sanırım küçük kız, -çocukluğum- kendini kısıtlamaktan yorulmuştu.
"O, yalnız küçük çocuk," dedi. "sana çok aşık bir şiirin en güzel dizesi."
Daha sonra göğsüne iyice sokuldum, o da beni daha sıkı sardı. Gözlerim uykusuzluktan kapanıyordu, ben de zorlamadım.
Yanımızdaki ince pikeyi alıp üzerimize örttü. Daha sonra, bana biraz daha sarıldı, bu sefer o, başını göğsüme yasladı ve uykusuzluktan kıpkırmızı olan gözlerimizi nihayet dinlendirmeye karar verdik.
***
Sabah gözlerimi açtığımda, Andreas hala bana sarılı bir şekilde uyuyordu.Ellerim kıvırcık saçlarını okşadı, daha sonra bir öpücük kondurdum güzel kokulu saçlarına. Gözlerini açtı, başını kaldırıp, bana baktı. Gülümsedi... öyle güzel gülümsüyordu ki, başkaları onun yanında gülümsemeye utanırdı.
"Günaydın!" dedim.
Uykulu sesiyle cevap verdi ve bu ses tonu, oldukça hoştu.
"Günaydın, Mon amour." dedi.
Biraz sarılı bir şekilde kaldıktan sonra, ayağa kalktık.
"Seni kahvaltıya götüreceğim."
"Öyle mi? Tamam."
"Tamam." dedi gülümseyerek.
"O zaman, ben gidip giyineyim?"
"O zaman, sen gidip giyin." dedi. Oyun bulmuş çocuk gibiydi.
"Sen nesin ya?" dedim gülümseyerek.
Anlamadı.
"Neymişim ben?" dedi.
Uzanıp, yanağını öptüm.
"Sen, yeri geldiğinde küçük bir çocuk gibisin ve bu benim çok hoşuma gidiyor."
"Sadece sana çocuk gibiyim." dedi keyifli bir ses tonuyla. Ben onun evinden çıktım, kendi daireme girdim ve üzerimi değiştirip tekrar onun yanına doğru yol aldım.
Kapıyı çaldım, açmasıyla ikimizin de yüzünde şok olmuş bir ifade belirdi.
Üzerinde, beyaz gömleğin üzerine giymiş olduğu lacivert trençkotu ve lacivert pantolonuyla bir uyum yakalamış sarı saçları oldukça hoş duruyordu.
Benim üzerimdeyse, deri mini bir etek ve uçlarını bağladığım beyaz gömlek vardı. Saçlarımı ise dağınık topuz yapmıştım.
Andreas boğazını temizleyip,
"Hadi, çıkalım." dedi.
"Tamam." dedim. Dakikayı bile bulmayan bir zaman diliminde, arabadaydık.
Yoldayken eli radyo'ya gitti ve bir şarkı açtı.
Dinleyerek gittiğimiz sırada, vitesi değiştirirken elimi tutuyordu.Yaklaşık bir buçuk saat sonra, kahvaltı mekanına ulaşmıştık. Burası yeşil ağaçlarla kaplı bir yerdi, kahvaltı yapacağımız yer bir çardaktı. Çardağın önünde ise yemyeşil bir göl, üzerinde ördekler vardı.
"Çok güzelmiş burası." dedim, büyülenmiştim.
Kulağıma eğildi, bir elini belime attı ve,
"Senin kadar değil." dedi.
Yüzümü omzuna gömüp,
"Yaa!" dedim. Utanmıştım.
O ise sırtımı okşadı. Ayrıldık. Önüme baktığımda, mutluluğumdan eser yoktu...
Selamlar, bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Berce'nin gördüğü ne veya kim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN SANCISI
Novela JuvenilBerceste Gül, her şeyi arkasında bıraktığını sanıp,Fransa'da yeni bir hayata başlamak istiyordur.Yalnız kalmak istiyordur Berceste. Yaşadıklarından,hayatın sert yüzünden dolayı... Ama Fransa'da tanıştığı Andreas, Berce'nin hayatında büyük bir değişi...