Ona cevap vermek değil, sessizce yanından uzaklaşmak istedim. Bu şehirde durmak için bir nedenim yok dedim kendi kendime. Kalktım fakat "Daegu'ya dönme." diyerek durdurdu beni. Sesinin buz gibiliğiyle, yasladım sırtımı. "Eun'un annesi de burada kalacak. Bir süre dönmeyecek evine." Aynı matah gülüşü kondurdu dudaklarına. "Eşimin kokusu hâlâ odamızda solunuyor. Annesi de çıkmıyor içeriden, kıyafetlerine sarılıyor. Bizim yatağımızda uyuyor."
Dişlerimi sıktım. Dişlerimi öyle bir sıktım ki çenem kopacak sandım. Beni üzseydi bağırırdım, kırsaydı küserdim. Bana hiçbir şey yapmadı. Zarar vermedi, kırmadı, dökmedi. Dert oldu. Dert oluşuyla kaldı. Küsemedim, ağlayamadım ona. Neyine küsecektim Daegu'ya dönme dediği için mi? Eun öldüğü için mi ya da aynı yatakta yattıkları için mi? Öyleyse neden küsmüş gibi hissettirdi sözleri de sızlattı her yerimi. Neden sadece küsmek istedim?
Odamız, bizim yatağımız dedi. Onlar evliydi, yatakları birdi ve beraber uyuyorlardı.
Eun'un kokusu, Eun'un kıyafetleri.. Eun. Eun. Dün gece Eun öldü... Dün gece Eun öldü. Dün gece Eun öldü!
İrkildim. Kafamın içinde dönüp duran, beni yıpratmaya yemin etmiş düşünceler kendime gelmemi sağladı. Eun'un ölüm acısı başkaydı. O sızı gerçekten çok başkaydı. Seokjin konuşurken yarattığı sızıyla bir değildi çünkü Seokjin'in yarattığı sızı karşısında hiçbir şey yapamadım. Ama Eun öldüğü için oracıkta ağladım.
"Yanımda ağlama, Taehyung." dedi. "Silmem yaşlarını, ağlama."
Daha az evvel hissettiğim sızının aynısını hissettim. Küsmek, bağırmak istedim.
İki sızı kesinlikle aynı değildi. Eun'un ölümü beni ağlattı. Seokjin'in sözleri beni ona kırdırdı.
"Ben kimsenin bir şeyine kalmadım." dedim. Sinirden çatlayan başımı ovmak istesem de sadece düşen yaşlarımı sildim. Zaten istemezdim bir zamanlar yüzümü okşadığı ellerini tekrar yüzümde ya da istemezdim bir zamanlar benimkilerle birleştirdiği parmaklarını, yaşlarımın üzerinde. Bana kırk kat eller gibi saldırmasa, incitmese göğsüne çarpan göğsümü, bununla da yetinirdim.
"Dediğin gibi olsun." diyerek ayağa kalktım. "Ha Neul noona'nın yanına gideceğim. Madem sen eve geçmiyorsun, yalnız bırakmayalım kadını."
Nasıl dayanacağımı, nasıl gideceğimi düşünmeden konuşmuştum. Evlerine girmeye cesaretim var mıydı, Eun'un kokusunu duymaya hazır mıydım ya da kızını kaybetmiş bir kadına nasıl yardımcı olacaktım hiçbirini bilmiyordum. Bir şekilde gittim oraya. Tanrım, bana güç ver. Apartmanın merdivenlerine her bastığımda, yaşadıkları daireye her yaklaştığımda ezildi içim. İnsanın içi hiç ezilir mi, eziliyormuş. Büyük soluklarla küçük adımlar attım. Ne kadar yavaş yürürsem yürüyeyim en nihayetinde yol bitti, evlerinin kapısıyla karşı karşıya kaldım.
İçeride nefes alamayacağımı önceden biliyormuş gibi nefes alıp basıverdim zile. Koşar adımlarla kapıya yaklaşan adım sesleri duydum ve hemen peşine yumuşacık, neşeli bir oğlan çocuğu sesi. "Ben bakarım!"
Sonra kapıdan uzakta olduğu belli olan Ha Neul noona'nın ağlamaktan pürüzleşen sesi.. "Hayır Bora çocuklar kapıyı tek başına açmamalı. Beni bekle."
Beklemedi. Kapıyı dupduru güzelliğiyle bir oğlan çocuğu açtı. Yaşlarımı silmekten tahriş olan gözlerimin ağrısı bile o an gördüğü güzellik karşısında ağrımayı unuttu. Dudaklarım kıvrılıverdi. Onun da yüz ifadesi anbean değişti. Kapıyı gülerek açmış, beklediği kişinin gelmediğini görünce yüzü asılmıştı, sonrasında sanki beni bir yerden tanıyormuş da çıkartamıyormuş gibi düşündü. Hatırlayınca tekrar gülümsedi. "Sen Taehyung hyung'sun!"
"Bora neden kapıyı açıyorsun, sana beni beklemeni söylemiştim." Telaşla yanımıza yaklaştı noona. "Kim gelmiş?" Nihayet güçsüz adımlarını durdurdu ve bana baktı. "Taehyung?" dedi, kızarık gözleriyle izledi beni ve sanki ikinci evladıymışım da yıllardır görmemiş gibi ağladı karşımda. Hıçkırıklarının arasından birkaç şey söyledi. "Nerelerdeydin, Tanrım," Sonra sıkıca sarıldı. "Çok aradım seni, Taehyung."
Daha az evvel küçük çocuğa gülen dudak kenarlarım soldu. Mokpo'ya gelene kadar aklımdan bile geçmezken, sarıldığında fark ettim ziyadesiyle özlediğimi. Annem kadar annemdi; annem gibi kızardı ben küçükken, annem gibi severdi, annem gibi yedirirdi, annem gibi hazırlar okula yollardı. Emeği vardı. Aslında mahalledeki herkesin emeği vardı. Benim annem de az kızmamış, başını göğsüne yaslayıp az okşamamıştı Eun'un saçlarını. Çok yakındık hepimiz, aileydik. Seokjin evlenene kadar da bu böyleydi ama işte sonra, sonra ben gittim. Onlar yine aile kaldı.
Şimdi beni yıllar sonra karşısında görünce ağladı. "Ben, ben önce seni kaybettim, sonra kızımı." dedi. Kollarımla sardım belini. Kapının eşiğinde öylece ne kadar sarıldık bilmiyorum. Neredeyse oğlan çocuğunun orada olduğunu unuttuk. "Babam demişti zaten, annen gelecek diye. Taehyung hyung geldi, gördün mü anneanne. Kızımı kaybettim diye de ağlama artık. Annem de gelecek hyung gibi." dedi ve bir enkaz bıraktığından habersiz döndü arkasını, içeri geçti.
Duyduklarımı doğru anlayıp anlamadığımı düşündüm. Ağlamam durdu, çenem titremeye devam etti. Kulaklarım uğuldadı ve gözümün kararması sebebiyle başım döndü. Bedenim hızla kasılırken noonanın kolları arasından ayrılıverdim. Hâlimi hiç beğenmedi. Koltuğa kadar yürümeme yardım etti. Oturttu, daha da ağlamadı. Acısını dillendirdi, bazı şeyler anlattı bana fakat dinleyemedim tabii. Yeri seyrettim bir süre. Sonra çenemin titremesinden usanıp dudaklarımı dişlerimin arasına alarak işkence edercesine çiğnedim. Titremem dinmedi. Varolma sancısına dayanamadım.
Saat ilerleyince noona Bora'yı içeriye yolladı, uyu artık, dedi. Bora ise annesini sordu ve o gelmeden uyumayacağını söyledi fakat saat geç olunca göz kapaklarına yenik düştü, annesiyle babasının yatağında uyuyakaldı. En sonunda noona uyuyakalan torununun üstünü örtmeye gitti. Tüm bunlar olurken yavaşça kendime geldim. Bunu yapmak için güçlü olduğumu düşünmüyordum fakat merakıma yenik düşüp inceledim evlerini. Demek bu koltukta oturup televizyon izliyorlar, şu köşede oyun oynuyorlar, işte şurada Eun yemek pişiriyor ve şurda da beraber yemek yiyorlardı, dedim.
O an fark ettim. Dün sabah Eun buradaydı.
Hıçkırdım. Hıçkırdığımı fark ettiğimde yumruğumu sıkıp ısırdım, kendimi susturmaya çalıştım. Başaramayınca darmadağın, düzgün olmayan adımlarla odanın içinde dolandım. Isırdığım elimi de boğazıma sardım çünkü nefes alamadım. Ağzımı aralayıp derin nefesler almak yaramadı. O an bir fotoğraf gördüm. Hatta birkaç tane fakat içlerinden bir tanesi çekti dikkatimi. Eun. Eun'un olduğu fotoğraf. Çerçeveyi alıp seyrettim. Hiç değişmemiş, hep aynı güzellikte kalmış dedim.
Aynı yaştaydık. Bu yüzden çok yakındık. Öyle ki ben Seokjin'e aşık olduğumda ilk Eun'a anlatmıştım. Biri var demiştim. Adını söylememiştim çünkü bu bizim iki kişilik sırrımızdı. O da yatırmıştı beni dizlerine. Söyledikten sonra kaç kez "biri var" diyerek ağlamıştım başımı koyduğum o sıcacık dizlerinin üstünde, saymamıştım. Keşke şimdi de yatırsa, yatırsa da öldün diye ağlasam.
Gitmek istedim. Burada durdukça ihanet ediyormuş gibi hissettim ve bir miktar boğulduğumu zannettim.
Her ne kadar noonayı terk etmek istemesem de ona belli etmemek için ses çıkartmadan kapıya ilerledim. Ben daha varamadan anahtar sesi duyuluverdi, aralandı kapı yavaşça. Seokjin geldi. Örtmedi açtığı kapıyı. Ben yokmuşum gibi esti geçti yanımdan. Yani sanki öyle, duvarmışım gibi. Yerime çakıldım sandım fakat gitmenin daha doğru olduğunu düşünerek hareket ettim. "Nereye gidiyorsun?" dedi yorgun sesiyle. Görmüş beni ben gitmek üzereyken. "Annemin yanında duracaktın. Kızını kaybetti ama oğluna kavuştuğu için dinecekti acısı neden onu böyle bırakıyorsun, Taehyung? Sen neden kimseyi düşünmeden çekip gidiyorsun?"
Cevap veremedim. Seni severek size ihanet, kendime haksızlık ediyorum diyemedim. Diyemezdim. Özlemek kadar ayıptı bunları söylemek. Geri adım attım bu yüzden. Eşikten döndüm. Gitmeyeceğimi anlayınca odasına doğru yürüdü. Kapıyı kapatacağım esnada duyduğum sesi kalbimi gümletti. Bana, bu adam sevince çok güzel seviyor dedirtti.
"Örtme kapıyı. Yat uyu hadi. Anahtarı yok Eun'un, zili duymazsak giremez içeri."
**
Bora mor demek. 🥹
ŞİMDİ OKUDUĞUN
saint serce ✓
FanfictionSeni değil, yalnızca seninleyken bulduğum o şeyi istiyorum. Hiçbir aynadaki, hiçbir sudaki yansımamı sevemiyorum senin irislerinde kendimi gördüğüm gibi. Hiçbir gözün içine bakıp da beğenemiyorum kendimi. Bana bakan gözler hissettirmiyor senin gibi...