[Geçmişten hatıra, gelecekten ipucu ve önceki bölümlere birkaç gönderme bırakıyorum size. Bu bölümün mimarisi kesinlikle maziyi okumak istediğini söyleyen yorumlarınızdı. Çokça seversiniz umarım.🪁Bölümü Lana Del Rey-Born to Die dinleyerek okuyabilirsiniz.]
Gözlerim okulun bahçesinde aranıp durduğunda nihayet onu bir ağacın altında otururken buluyorum, yanına gidiyorum. Onu öyle üzgün görünce ne olduğunu soruyorum. Annen ağzıma sıçtı, diyor hızla. Ne yaptın ki diyorum kaşlarımı çatıp. Pürüpak esmer ensesini ovuşturuyor, mahçup, belli. Sigara içtiğimi görmüş, babama söylemeyecekmiş ama söyleseydi babam bile bu kadar ağzıma sıçmazdı, diyor. Senin bu annen canı sıkıldıkça bizim evi mi gözlüyor, ne ara gördü içtiğimi ya! Diye devam ediyor sitemlerine tatlı tatlı. Taehyung, diyorum daha dün benim yıkadığım saçlarını elimle karıştırırken. Pamuk tarlasını andırıyor, yumuşacık. "Annem iyiliğini düşünüyor, ona bakarsan senin baban da babamın arabasını kaçırdığım için bana ceza vermişti. Takma bu kadar. Hem kadın haklı. Niye bu kadar içiyorsun anlamış değilim. Yaşın kaç?"
On yedi, diye cevaplıyor beni, utanmaz utanmaz gülüyor bu yaptığına.
Aferin, on yedi oldun da bir bok oldu sanki, diye azarlıyorum onu, annemin fırçalaması yetmemiş gibi. "Hâlâ küçüksün, tamam mı, henüz zamanı değil." diyerek devam ediyorum konuşmaya.
Bunun zamanı mı olur? diyor. Olur tabii, diyorum. "Senin derdin mi var sanki, derdi olan bu kadar çok içer ancak."
Soruyor bana, derdi olan neden sürekli sigara içme gereği duysun ki, diye. Biraz düşünüyor, öyle cevaplıyorum sorusunu. "Çünkü bağımlı olmuştur artık o. Derdine bağlı olduğu kadar bağlanmıştır. Bir derdi ancak başka bir dert, bir bağımlılığı da ancak başka bir bağımlılık yerer. Yetmiyor mu benim dudaklarım sana? Neden bağımlısı değilsin onların?" Biraz azarlıyorum onu. Gülüyor pis pis.
Peki benim derdimin olmadığını nereden biliyorsun, diyor bu sefer.
Birlikte olmadığımız bir gün bile yok, diye cevaplıyorum.
Burun kıvırıyor. Demek ki her gün görüşmemiz yeterli değilmiş doğruyu bilmene, diyor.
Neyi kastettiğini soruyorum. Derdi varmış, öyle söylüyor. Hayrola diyip telaşlanıyorum. Gözlerimin en içine bakıyor, sarışın oğlanlar benim derdim, diyor. Alay ediyorum. Kaçı? Hepsi mi diye soruyorum.
Yani, hepsi değil ama var işte biraz, diyor. Bozuntuya vermiyor, annen bu söylediğini duysaydı döverdi seni, diyorum. Keyfi yerinde, gülüyor. Az önce astığı suratı şimdi gülünce ben de neşeleniyorum. Birbirimize bakıp gülerken birden kesiyor gülmeyi ve açıyor ağzını. Benim derdim olma, Seokjin, diyor. Onu sonsuza dek seveceğime eminim ya sallıyorum başımı hızla. Neyin olayım, diye soruyorum.
Bağımlılığım ol, diyor. Aklımla kalbim duruyor. "Yaşama hevesim ol. Aşığım ol. Canım ol. Canevim ol. Elzemim ol. Ama derdim olma."
Tamam diyorum. Kalbimin hızını görmezden geliyorum. Söylediği her şeyin beni etkilemesi yorucu olmaya başlıyor. Onu sevmelere nasıl dayanayım bilmiyorum. Sen de bırak artık şu sigarayı, diyorum konuyu savuşturup. Hâlâ öpmedin ama beni, nasıl bağımlı olabilirim sana! Diyerek itiraz ediyor. Gözlerimi deviriyorum. Teneffüs bitecek, sınıfa geçelim bahanesiyle yanağının tekinden öpüveriyorum, kalkıyorum yanından. Sızlanıyor. Diğerini de öp bari diye kıvranıyor. Vaktimiz yok diyorum. Hızlı hızlı ayrılıyorum bahçeden. Peşimden koşuyor. Diğer yanağımı öpmezsen küsermiş diyor, arkamda dolana dolana. Dinlemiyorum onu. Biliyorum çünkü öteki yanağını öptürmeden salmayacak peşimi, âlâ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
saint serce ✓
FanfictionSeni değil, yalnızca seninleyken bulduğum o şeyi istiyorum. Hiçbir aynadaki, hiçbir sudaki yansımamı sevemiyorum senin irislerinde kendimi gördüğüm gibi. Hiçbir gözün içine bakıp da beğenemiyorum kendimi. Bana bakan gözler hissettirmiyor senin gibi...