Beklenen Gün

268 140 18
                                    

Nihayet seyahat günü gelmişti.

Üzerime sade mor elbisemi giyip, saçımı açıp bukleler yapıp son bir kez aynada kendimi inceledikten sonra tüm gerekli eşyalarımı içine koyduğum iki valizi aldım. Son iki yıldır yaşadığım odaya baktım.

"Buraya ne zaman döneceğimi kim bilebilir, ve de dönüp dönemeyeceğimi de.."

Yaklaşan büyük değişimleri düşündüğüm anda kalbimin hızlandığını hissetim. Sonunda gerçekten anlamlı ve güzel bi iş yapıcaktım.
"Herkes Hayat Serter'in adını öğrenecek."

                               ...
Parlak yaz güneşi yakıyordu. Neredeyse hiç rüzgar esmiyordu. Etrafta insanlar koşuşturuyorlardı birileri evde önemli bir şeyi unuttuğunu fark etmiş ağlıyorlardı, diğerleri akrabaları ve arkadaşlarını yolcu ediyorlardı, bazıları ise öylece durup etrafa bakınıyorlardı. Gergin bir kadın sesi dikkatimi çekti.
-Senin için çok endişeliniyorum Lucy..
+Her şey güzel olacak, anne. Beş günlük yolculuk ve ben Fransa'dayım. Oraya varınca sana söz veriyorum telgraf çekeceğim.
-Ya bir buzdağı...
+Ah anne..
Kadın aniden göz yaşlarına boğuldu ve kızına sarıldı.

"Aman tanrım bir ebeveyn sevgisi böyle bişey mi?"

Geminin devasa boyutu ve gücü şaşırtıyor hatta ürkütüyordu. İlk defa bu kadar uzun bir yolculuğa çıkacaktım ve korkumu yatıştırmak için bir kaç derin nefes aldım.

İskeleye çıktım. Çok kaba biri beni arkadan itti. Arkama dönüp beni iten adama baktım. İnsanlar bizi geçerek öfkeyle söylenmeye başladı.

"Beni ne kadar da ittirseniz daha hızlı yürüyemeyeceğim."

"Daha hızlı yürürseniz sizi ittirmem." dedi yabancı, sırıttı ve omuz silkti. Cevap olarak sadece homurdandım ve gemiye çıkmaya devam ettim. Ancak arkamı döndüğümde gülmsediğini fark ettim.

                                ...
Seçtiğim üçüncü sınıf kabine girdim, açıkcası pek parlak değildi elbette. En azından tek kişilik. Sonuçta nihai amacım Avrupa'ya gitmek. Geçici evime yerleştim. Gemi çok geçmeden denize açıldı ve yolculuk başladı.

Valizimin birinin içi neredeyse çeşitli defterler, kalemler, gazeteler ile doluydu.
Savaş muhabirliği konusunda idolüm olan Jughead Mantle'in makalelerini yirminci kez tekrar tekrar hiç sıkılmadan okumaya başladım. Öğrenecek çok şey vardı..

Akşam yemeği vakti geldi önce üst güverteye çıkıp biraz etrafı incelemeye karar verdim.
Güneş artık o kadar kavurucu değildi ve hafif bir deniz meltemi hoş bir şekilde yüzüme vuruyordu.

Birinci sınıf yolcuları ayırt etmek zor değildi, sofistike şapkalar takmış zarif bayanlar, yelpazelerinin arkasında gülümsüyorlar, pahalı takım elbiseleri giymiş beyler havalı havalı yanlarında yürüyordu.

Geminin sağ tarafına yaklaştım, ellerimi korkuluğa koydum ve gözlerimi kapattım, geçmiş ve gelecek düşünceleri arasında kayboldum. Etraftaki konuşma sesleri arka plana geçerek yerine deniz sesini bıraktı.

"Yakında her şey değişecek. Dünya değişecek, onunla beraber ben."

Sağdan bir yerden gelen bir fısıltı beni bu felsefi düşüncelerden kopardı. İki adamın konuşmalarına kulak misafiri oldum.
- Evet, İan bunu öğrenmemeli.
+ Öğrenmeyecek zaten. Elimizden geleni yapıcaz.

Konuşmaları anlamak giderek zorlaşıyordu dalgalar geminin duvarlarına çarparak sesleri bastırıyordu. Ne hakkında konuşuyorlardı acaba yoksa İan I. hakkında mı?

Adamlar etraflarına bakınmaya başladılar ve benim bu kadar yakın olduğumu görünce bir birlerine bakarak konuşmayı kestiler.

"Ne kadar garip bir tipleri var, acaba takip etmeli miyim?"

Doğru düzgün düşünmeden uzaklaşan iki erkeği takip ettim ve mümkün olduğu kadar görünmez olmaya çalıştım. Gözümün önüne gazete manşetleri geldi. Genç bir kadın gazeteci komployu çözdü ve savaşı engelledi! Adamlar köşenin arkasında kayboldular, geminin bu kısmı tenha ve sessizdi.

Peşlerinden koştum ve duvara yaslandım. Kalbimin atışları kulaklarımda zonkladı.

+ O... yapmalı...
- ...ölüm...

O an omuzuma ağır bir el indi.

"Sizin burada ne işiniz var?" dedi yabancı
Eli omuzumda olan adama döndüm.

"Sessiz ol!"

Konuşmalarını bu kadar merak ettiğim adamlara döndüm yine. Odağımı kaybettiğim o kısa an ortadan kaybolmaları için yeterli olmuş ne yazık ki. Gözlerim ile aradım ama nafile.

"Aman Tanrım olamaz.. Onları kaçırdım. Her şeyi mahvettiniz.

"Ben mi mahvettim!? Başkalarının konuşmalarını dinlemenin etik olmadığını biliyor musunuz siz?" dedi yabancı adam.

"Söz konusu.. her neyse."

Yabancı adam kahkaha attı onun bu yüksek sesli, samimi çocukça kahkası yanımızdan geçen yolcuların dikkatini çekti.

"Sizi bu kadar güldürecek komik bir şey mi söyledim"

Gülme krizinden sonunda kurtulan adam bana baktı, hala gülümsüyordu. "Ah, o sizdiniz!" dedi ne demek istediğini tam olarak anlayamayarak gözlerimi kıstım. Sonra beni iskelede ittirdiğini ve onu bu yüzden azarladığımı hatırladım.

"O oyalanan kız!" dedi.

"O görgüsüz beyfendi!"

Gözlerni devirdi. "Yani, şöyle. İki ağır mı ağır valiz taşıyorsun, onlardan bi an önce kurtulmak istiyorsun ve önünüzde bir salyangoz kadar yavaş olan biri yürüyor." dedi genç adam.

"Ah yazık, taşıması ne zordur, kim bilir. Benimde valizlerim kuş tüyü kadar hafif değildi kabinime kadar taşıdım bana bir şey olmadıysa demek. Merak etmeyin."

Adam ellerini pantolonun ceplerine sokarak homurdandı. "O adamlar İan için konuşuyorlardı, çok merak ettiysen. O adamlar onun arkadaşı, arkadaşı evleniyor." dedi yabancı.

"Aa siz nereden biliyorsunuz sizde mi ark" sözümü kesti "Hayır, sadece banada biraz ilginç gelmişti tavırları. Arkadaşları İan hasta ölmek üzere." dedi.

"Peki, bunu siz nereden biliyorsunuz?"

"Gazeteciyim, bunuda araştırmak benim işim." dedi ve güldü genç adam.

Gülümsedim. "Hayat Serter." dedim elimi uzattım, yabancı adam elimi sıktı.

"Jughead Mantle" dedi.Duyduğuma inanamadım ve gözlerine bakakaldım..

HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin